Uçurum kenarında atılan yanlış bir adımın kişiyi helâke sürüklemesi gibi, Cenâb-ı Hakk'a kulluğumuzda da ilâhî gazaba sebep olabilecek en ufak bir yanlış hâl ve tavırdan titizlikle sakınmamız gerekir.
İnsanların bilmeden düşebilecekleri manevi hastalıklardan biri de Ucub'tur. Yani yaptığı hayır ve hasenatı kendinden bilip, kibir ve gurura kapılma hastalığıdır. Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurur:
"Üç şey, insanı felâkete sürükler. Buhl, Heva ve Ucb'tur."
Buhl sahibi insan, Allah'a ve kullara karşı olan hak ve sorumlulukları ödemekten mahrum kişidir. Heva sahibi ise, nefsin arzularını mabud edinip, esir olmuş kimsedir. Ucub, yaptığı ibadet ve iyiliklerle övünüp, gururlanmak.
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri buyurur:
"Bütün gayretini kalbî ve bedenî ibadetlere ver! Bununla birlikte kendini "Hiç hayırlı amel işleyememiş bir zavallı" olarak gör! Çünkü niyet, ibadetlerin rûhudur. İhlâs olmadan da niyet mümkün değildir. Senden daha büyük olanlara (yani peygamberler ve evliyâullâha) bile ihlâs gerekirse, sana nasıl gerekmesin? Bütün amellerimiz Cenâb-ı Hakk'ın kabulüne muhtaç. Duâlarımız gibi bütün amellerimiz de Cenâb-ı Hakk'ın kabûlüne muhtaçtır. Mü'min, bu kalbî rikkat içinde kulluğa devam etmelidir. Onun için, âdeta bir mayın tarlasında gezen bir insanın dikkat ve îtinâsıyla mânevî hayatımızı koruyup, son nefese kadar bu kalbî teyakkuz ile kullukta bulunmamız zarurîdir.
Dibi delik çuvalla değirmene buğday taşımayalım
Amellerimiz de bir ömür boyu âhiret için toplayıp, biriktirdiğimiz azıklarımız mesâbesindedir. Fakat onlar da Cenâb-ı Hakk'ın kabulüne muhtaçtır. Şayet Rabbimiz onları kabul buyurmazsa, hele bir de o amellerin ecrini; riyâ, ucub, kibir, haset gibi nefsânî çirkinliklerle hebâ etmişsek, dibi delik çuvalla değirmene buğday taşımaya çalışan gâfillerden farkımız kalmaz. Bu itibarla, sâlih amelleri işlemek kadar, onları muhâfaza etmek de son derece zarûrîdir.
İnsanların yaptığı amelleri küçük görüp, kendini kurtulmuş görmek
"Şu insanlar benim kadar amel işlemiyor, Allah beni değil de onları mı Cennet'ine koyacak?" kabîlinden hezeyanlara kapılmak, hâlini toplumun seviyesiyle kıyaslayıp, kendisini ebedî kurtuluş berâtını garantilemiş gibi görmek; ancak kalpteki gafletin apaçık bir göstergesidir. Nitekim Hak dostları: “İhlâsta iddiâlı olmak, bir nevî ihlâssızlıktır.” buyurmuşlardır. Zira ihlâs ve takvâ bahsinde en büyük tehlike, kulun kendisini ihlâs ve takvâ sahibi görmesidir.
Rasûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz bu hâlden sakındırmak için, şu îkazda bulunur:
"Allah-u Teâlâ sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlâs ve takvâ bakımından) kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr, 34)
Yine Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem), "Dîninde ihlâslı ol! Böyle yaparsan, az amel bile sana kâfî gelir.” buyurmuştur. (Hâkim, Müstedrek, IV, 341)
Kalpte ihlas ve takva yoksa amelin faydası olmaz
Bu demektir ki amellerimiz ne kadar çok olursa olsun, kalpte ihlâs ve takvâ hassâsiyetleri yoksa, o ameller, temeli çürük bir bina gibi, en ufak bir sarsıntıda yerle bir olmaya mahkûmdur. Ayette, "O (Allah) ki, ölümü ve hayatı, hanginizin amel bakımından daha güzel olduğunu imtihan için yarattı…" (el-Mülk, 2) Dikkat edilirse Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmede; "Ellezi halekalmevte velhayate liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelen." Yani kimin "daha çok" amel edeceğine değil, "daha güzel" amel edeceğine ehemmiyet verdiğini bildiriyor. Maun süresinde de; "Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar." buyurmaktadır.
Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine muhtacız
Velhâsıl, bir kulun ne kadar ameli olursa olsun, ebedî kurtuluşu için, o dâimâ Cenâb-ı Hakkʼın rahmetine muhtaç durumdadır. Ameller, ebedî kurtuluş için zarûrîdir, fakat tek başına kâfî değildir. Peygamberlere baktığımız zaman; onlar, Allâhʼın en seçkin kulları ve dostlarıdır. Onlar dahî amellerine güvenmeyip Cenâb-ı Hakʼtan acz içinde af ve merhamet dilenmişlerdir.
eyvallah
Çok güzel