Sıcak çayı, çorbayı keyifle yudumlarken, "Cennette ekmek varmış ölmek istiyorum anne!" diyen çocuklardan utanıyorum. Ayaklarımı uzatmış televizyonda fecaati izlerken bigane kalıp, bombalar altında ayakları, elleri kopmuş sabilerden utanıyorum. Havalı arabalarla sörf, sefer ederken ben, sedyede, tekerlekli arabada ve ambulansta acil müdahale bekleyen, acı çekenlerden utanıyorum. Saçımı nasıl tarasam, başıma ne giysem yakışır? Derken, başı bombalarla kopan bina yığınları altında ezilenlerden utanıyorum. Yüzüme, gözüme, kaşıma kirpiğime hangi pudrayı, hangi boyayı sürsem derken, yüzü, gözü saçı, başı kan revanla boyananlardan utanıyorum. Ana babama nazlanırken, onları terslerken, başını okşayacak kimsesi kalmamış minik bedenlerden utanıyorum. Eşime, dostuma gülümserken, kahkaha ile şımarırken, şaşakalmış, donakalmış masum yavruların sessizliğinden utanıyorum. Bina, ev apartman, daire beğenmezken, çukurlarda, sokaklarda, çadırlarda titreyenlerden utanıyorum. Koltuk, kanepe, perde, elbise beğenmezken, eşyasız, sobasız, ayakkabısız biçarelerden utanıyorum. Bir an olsun yavrularımı göz önünden, ilgi ve alakamdan uzak tutmazken, yavrusunu yitirmiş, kimisini eliyle kara toprağa koymuş, kimisini kucağında, kimisini elinden tutarak kurtarmaya çalışan çaresiz analardan utanıyorum. Köyümü, şehrimi, manzaramı beğenmezken, yakınırken, daha iyi yerler ararken, ülkesi kalmamış, bayrağı kalmamış, yurdundan sürülmüş çaresiz mültecilerden utanıyorum. Hiçbir istediğim olmuyor, rahat yaşayamıyorum diye yakınırken, tüm özgürlüğünü, iradesini, benliğini kaybetmiş, onur ve haysiyete koşan, canını kurtarmaya çalışan biçarelerden utanıyorum. Uzatılan eli tutamamaktan, Çığlık, çığlık feryada kulak tıkamaktan, Haçlılar, siyonistler gibi seyirci kalmaktan, Hiçbir şey yapamamaktan, yapmamaktan utanıyorum.
Allahım ! gaflet ve nankörlük ne bela şey…
Allah razı olsun.