Küçüktü, çocuktu, ağaçtan, eşekten, attan, salıncaktan, merdivenden düştü. Dizleri kanadı, yara oldu, ağladı. Sonra annesi geldi, dizinde kanayan yarasını üfledi, ‘’Geçti, geçti geçti.’’ Dedi, inandı. Nereden düşmüşse; ‘’Döveyim onu, sen benim çocuğumun canını nasıl yakarsın?’’ Diyerek, düşmesine sebep olan, nesneyi dövdü. Veya bu bir arkadaşıysa, akrabasıysa, ona doğru yönelerek: ‘’Sen benim çocuğumu nasıl üzersin?’’ diyerek, sırtına sırtına vurdu. Arkasında, annesinin gücüne inandı, kandı. Düştüğünde, canını yakandan onu korudu. Kavga ettiğinde, yine korudu. Oysa kavga ettiği, canını yakan kişinin sırtında, iki elini birbirine vurarak, dövmüş numarası yapıyordu. Daha da küçüktü, bir şey veya biri sebep olmadan, ayağı takıldı, sendeleyip düştü. Elini uzattı ve düştüğü yerden kaldırdı. Bütün bu yalanlara inandı, kandı, çocuktu. Sonra büyüyünce, anladı kandırıldığını. Gün geldi, o da ebeveyn oldu. Aynı beyaz yalanları, çocuklarına söyledi. Onlar da inandılar, güvendiler. Düştüğünde, ‘’Yalnızsın, kendin kalk.’’ Diyen olmadı. Düşünce yaralanan, dizinin acısını kendisi çekti. ‘’Hayatın içinde düşmekte var, bunun sorumluluğunu üstlen.’’ diyeni hiç olmadı. Aksine, kusursuzmuş gibi, suçlu arandı, suçlu merdivendi ve merdiven dövüldü. Hatta dövülen, bazen ayağına takılan bir taş, salıncak veya tahterevalli oldu. Hatayı, yanlışı, kusuru, yaralarına sebep olanlarda aradı. Duruma sebep olan bir suçlu olmalıydı ve suçluyu aradı, buldu. Çünkü öyle öğrendi, öyle anladı. Dizinin yaralanmasının sebebi, kendisi değildi, suçlu, yolun ortasında öylece duran taştı. Aynı şeyleri, çocuklarına uyguladı. Bu tatlı ve yalan olan rüyasından uyandı, ama geç olmuştu. Kendi de, düştüğünde, uzanacak bir el arayan, çocuklar yetiştirdi. Bazı şeyler için, artık çok geç kalmıştı. Tamiri zor olan ve tamir etmesi yıllar alacak, bir emek gerektiriyordu.
Bir diğer yönüyle; düştü, kavga etti, koruyanı olmadı. Arkasında bir destek aradı ama anne/babası, kendi başının çaresine bak dercesine, destek olmadı. Haklı olduğu kavgalarda bile, haksız sayıldı. Küçük yaşta desteksiz kaldı, yalnız olduğunu erken anladı. Arkasında, dağ gibi, anne/babasının gücünü hissetmek istedi. Kendi sorumluluğunu alması için destek olunmadı, korunmadı. Kimine yer vurunca, bir de duvar vurdu. Onlar ne yana dönseler, hayatın tokadını yiyenler oldu. Kimisi yaraları öpüldüğü için, kimisi yaraları öpülmediği, kimisi de yarasına yaralar eklendiği için büyüyemedi.
Gün geldi, büyüdü. Büyümek zor işti. Büyümek zorundaydı, başka seçeneği yoktu.
Biz büyüdük ve kirlendi dünya!
Defalarca düştü, yaralandı, kandı, aldandı… Dizlerinin, dirseklerinin, başının yaraları, annesi üfleyince, öpünce geçiyordu. Büyüdü, yüreğinde kocaman yaralar oldu, öpünce geçmeyen! Bir yanı hep çocuk kalmak istedi, hiç büyümek istemedi. Bazı yaralarını hiç söylemedi, söyleyemedi, bazılarını söyledi ama duyan, gören olmadı. Bazı yaralarını sevdikleri üfledi, öptü, sardı, sarmaladı ama geçmedi. Büyüme gerçekliğini, kabul etmek zorunda kaldı. Oysa bir yanı, hep çocuk kalmıştı. Zaman zaman açığa çıkan, sonra yaşamın ciddiyetinin içinde, arkada kalıp kaybolan o küçük çocuk. Bir yanında yaşıyordu ama onu hiç görmedi, sesini hiç duymadı. Büyümeye karşı bir direnişi vardı.
Sonra, gerçekten büyüdü. Ya da, büyüdüğünü sandı. Kendi yaşam sorumluluğunu sırtlandı, kabul etti. Yine hata yaptı, yine yanlış yaptı, yine düştü. Büyüdü ya hani, bu defa suçlu aramadı, hatayı kendinde aradı. ‘’Senin yüzünden.’’ Diyerek, hiç kimseyi dövmedi, dövemedi. Gücü kendisine yetti, kendisini dövdü. Benim yüzümden dedi ve kendini suçladı. Suçlu var mıydı? Suçlu ararsan, suçlayacak biri veya bir sebep bulunabiliyordu. Etrafındakilere de hoş görülü olamadı, onların yaptıkları hataları kabul etmedi. Bir yanıyla, mükemmeliyetçiydi. ‘’Her şey, benim istediğim gibi olsun.’’ istiyordu, ama olmuyordu. Kader dedi, kimi zaman sustu, kimi zaman durdu, kimi zaman haykırdı, kimi zamanlarda da koştu. Başta kendisi olmak üzere, hiç kimsenin mükemmel olmadığını gördü. Aslında hep görüyordu da, gerçeklerle yüzleşmek istemediği için, görmezden geliyordu. Çünkü derinlerinde, aslında büyümek istemiyordu. Suçlu yoktu, hatalı olan yoktu, her şey kendisinden kaynaklanıyordu. Suçlamak işin kolayıydı, aynı zamanda rahatlatıcıydı. Kendi olmasına izin verilmemiş, elinden tutanı olmamıştı. Nasılsa büyümüştü, başının çaresine bakabilirdi, öyle sanılıyordu. Fakat işin aslı, öyle değildi. Kaç yaşına gelirse gelsin, düştüğünde elini tutacak annesine, babasına ihtiyaç duyduğu zamanlar oldu. Yetişkin olduğu için de, elinden tutmalarını istemedi, bunu gurur etti. Oysa hiç büyümemişti ki, bir yanı hep çocuk kalmıştı. Bazı düşüşlerini, anne/babası kendileri fark ettiler ve elinden tutup, düştüğü yerden kaldırdılar. Bazılarının annesi veya babası yoktu, hep elinden tutmalarını isteyememenin, yalnızlığının sancısını yaşadılar. Bazılarının anne/babası vardı, ama aslında, yoktu. Bazılarının anne/babası vardı ama düştüğünde, elinden tutacak güçleri yoktu. Onlar anne/babalarının çocuğu değil, anne/babası oldular. Bazılarının anne/babası elinden tuttu, ama onlar da, kendisi kalkamadığı için, kendi kendilerine eziyet ettiler. Bazıları anne/babasının, annesi/babası olmuşlardı. Ne olsa, bir türlü memnun olunamadı. Sonra güvenmeyi bıraktı, hiç kimseye güvenmedi, güvenemedi. Sonra baktı bu yolda olmuyor, yine güvendi, yine yanıldı. Ne yaptıysa da, bir türlü yaşamayı öğrenemedi. Hiç hayal kırıklığı yaşamak istemiyordu, ama her seferinde hayal kırıklığına uğruyordu. Beklentisiz yaşamayı bilmiyordu. Bir yerlerde bir sorun vardı ama bunu da çözemiyordu. Anladı ki, büyümek, bir günlük bir iş değildi. Büyümek bir ömürdü ve belki de, büyüyemeden, bu sahnedeki oyununu bitecekti. Her şeyi anlamaya, anlamlandırmaya çalıştı ama olmadı. Tam anladığını sandı, baktı ki, yine yanıldı. Yine de, denemekten vazgeçmedi. Yenilen pehlivan, güreşe doymazmış misali. Denedi olmadı, denedi yenildi, denedi yanıldı, yine, yeni, yeniden denedi, vazgeçmedi. Her seferinde, yeni bir yol aradı. Sonunda vara vara vardı, yolun sonunda kendisine ulaştı. Yol, onu kendisine götürdü. İşte o zaman, bir nebzede olsa büyüdü.
Anladı ki, düştüğünde, kendi elini kendisi tutmalıydı. Dışarıda sebep, suçlu aramadan, kendi yaşamının sorumluluğunu almalıydı. Bir yönüyle, dış etmenler elbette vardı, ama onlara sığınmanın çaresizliği, kendisini hiçbir yere taşımıyordu. Hatalarının, yanlışlarının sorumluluğunu, zor olsa da göğüsledi. İyi ya da kötü, kendi kararlarının sonuçlarını üstlendi. Büyümek, sorumluluk almak demekti. Soğan kabuğu gibi, her bir katmanı soydu, merkezde, başrolde kendisi kaldı. Zordu büyümek, kolaydı suçlu, hatalı aramak. Suçlu, hatalı yoktu, sadece kendisi vardı. Çocukça olan oyun, bitmişti. Yaralarını kendisi üflemeyi, kendisi sarmayı, kendisi öpmeyi öğrendi. Kendisini tanıyıp anladığındaysa, insanın yalnızlığının, gerçekten ne demek olduğunu anladı. Yine düşecek, yine yaralanacak, hatta belki de kan revan içinde kalacaktı. Belki haykıracak, belki de ağlayacak. Bilecek ki, bazı yaralar hemen iyileşmeyecek, zaman alacak. Bazı yaralar ise, hiç iyileşmeyecek. Bazı yaraları, üfleyince hemen geçecek ve öpünce geçmeyen, yaraları olacak. Bütün bunları bilerek, yeniden deneyecek. Düştüğü yerden, er ya da geç kalkacak. Uzanıp tutan bir el, olmayacak. Kendi elini kendisi tutacak. Bir daha düşmemek, diye bir şey olmadığını, artık bilecek yaşlarda. Yine güvenecek, yine inanacak, yine kanacak, aldanacak. Ama artık düştüğünde de, aldandığında da, olanlara gülecek. Çünkü bir yanıyla, hiç büyümediğini, diğer yanıyla büyüdüğünü ve öpünce iyileşmeyen, geçmeyen yaraları olacağını bilecek.
Her insanın öpünce geçmeyen yaraları vardır, o yarayla birlikte yaşamaya alıştığı. O yüzdendir, bazı durumlarda, istemsizce, farkında olmadan verilen tepkiler. Sonradan kendinin de şaşırdığı bu tepkiler, aslında hiç kendisine, bir yetişkine göre bir davranış değildir. Farkında olsa da, olmasa da, o anlarda, içindeki yaralı çocuk hortlayıverir. Dikkat ederseniz eğer, görürsünüz. Yaşlılarda bile, fark edersiniz bunu. Kimin içindeki yaralı çocuğu görürseniz, o anlarda ona hoşgörü gösterin, yargılamayın, itmeyin, dışlamayın. Aksine, görün ve yarasını iyileşmesi için, ona yardımcı olun. Çünkü kişi o anlarda bir yetişkin değildir, o anlarda, kim bilir hangi çocuk yanı açığa çıkmıştır, bilemeyiz. Her insanın içinde küçük bir çocuk yatar, hiç büyümeyen. Bir de yaralı bir çocuk vardır, derinlerinde gizlenen. O yüzdendir, insanları yargılamamaya gayret edişimiz. Hiç kimsenin, hikayesinin iç yüzünü bilemeyiz. O yüzden, empati ve hoş görü dediğimiz, bakış açılarımız var. Her şey zamana yenik düşüyor. Çocukluğumuz, duygularımız, düşüncelerimiz, gençliğimiz, sağlığımız vs. Sonunda geriye, kocaman bir hiç kalıyor. Bir varmış, bir yokmuş bir hayat.
TELLİ TURNA
Telli telli telli şu telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Anlatır eski beni şimdiki bana
Sakın çıkma patika yollara
O dağlara kırlara o karlı ovaya
Yenik düşüyor her şey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya
Telli telli telli şu telli turna
Ne kalmış buralı göklerden başka
Ne kalır yarına bizden sonraya
Her şey binip gitmiş uçurtmalara
Yeni Türkü’nün seslendirdiği, Murathan Mungan’ın yazdığı, Telli Turna isimli şiirinden alıntıdır.