Korkma, mahzun olma! Allah bizimle beraberdir. (Tevbe 9/ 40)
Yurdumuzun üstünde hiç sönmeden tüten söz ocağıdır İstiklâl Marşı. İlkokul yıllarımızdan itibaren şanlı bayrağımız, gönderden göklere çekilir her okunduğunda. Zihinlerimizi şaşkınlıktan kurtuluşa, bedenlerimizi sağlam bir duruşa ve yüreklerimizi sağlam bir duyuşa çağırır İstiklal Marşı. Bu yıl 96. yılını kutladığımız İstiklâl Marşı, Atatürk’ün de dediği gibi: “İstiklâl davamızı anlatan büyük manalı mısralarla doludur.” Türk milletinin fakruzaruretten bitap düştüğü yıllarda kaleme alınan İstiklal Marşı’nın evvelâ “Korkma” sözüyle başlaması boşuna değildir. Çünkü bu söz, Peygamber Efendimiz tarafından, Serv mağarasında düşmanların yaklaşmasından korkan Hz. Ebubekir’e de söylenmiştir. Türk milletinin içerisinde bulunduğu ahval ve şerâiti Sevr mağarasındaki vaziyet ile bağdaştıran şâir, şüphesiz ilhamını Kuran’ı Kerim’den almıştır. Serv’in etrafı o dönem nasıl ki düşmanlarla kaplıysa yurdumuz da düşmanların işgali altındadır. Hâl böyle olunca tabi Türk milletinin de en çok cesarete ihtiyacı vardır. Korkuya değil… Ayrıca Mehmet Akif, “korkma” sözünü İstiklal Marşı’na öyle bir ustalıkla yerleştirmiştir ki her dizenin başına bu sözü getirdiğimizde anlam hiçbir şekilde bozulmamaktadır. Aksine kuvvetlenmektedir.
Mehmet Akif, birinci kıtada Türk milletine: “Korkma! Yurdumun üstünde tüten en son ocak sönmeden, şafaklarda dalgalanan al sancak da sönmeyecektir.” diye seslenmiştir. Ocak, burada Türk milletinin nefes alan her bir bireyi ya da ailesi demektir. Üstelik buradaki “yıldız” metaforu çok önemlidir. “Nasıl ki gökteki yıldıza hiç kimsenin eli değip onu kirletmeye gücü yetmiyorsa, namusumuz olan bayrağımıza da hiçbir kirli el değemeyecek. Milletimizin yıldızı bayrağımız, semalarda ilelebet parlayacaktır.” Anlamı taşımaktadır.
Mehmet Akif, ikinci kıtada Türk milletinin ağzıyla şanlı bayrağımıza seslenmektedir. Ona, Divan edebiyatındaki aşığın sevgilisinden yakınması gibi çehresini çatması ve nazlı olması gibi vasıflar yüklemektedir. Bu huyundan vazgeçerek bir an önce kahraman ırkımız olan Türk milletine gülmesini istemektedir. Yoksa dökülen kanlarımızın ona asla helal olmayacağını, zaferi bir an önce getirmesini söylemektedir. Akabinde de özgürlüğün ancak Allah’a tapan Türk milletinin hakkı olduğunu vurgulamaktadır.
Mehmet Akif, üçüncü kıtaya Türk milletinin kişiliğine bürünerek “Ben” diliyle başlamaktadır. İstiklâl Marşı’ndaki böyle hitaplar aynı zamanda tasavvuftaki “Naz Makamı” nı hatırlara getirir. Naz makamı, şairin bir müddet sonra iman mertebesini aşarak Allah ile senli, benli konuşma halidir. “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım.” diyerek başlayan şair, şanlı Türk tarihini tozlu raflardan indirerek gözler önüne sermektedir. Çünkü 32 beylik, 38 devlet, 15 imparatorluk, 34 hanlık, 4 atabeylik ve 10 Cumhuriyetle birlikte dünyada toplam 133 devlet kuran tek millet, Türk milletidir. Bu da Türk milletinin ezelden beridir hür yaşadığının en açık delilidir. Bunun yanında bu kıtada yer alan “Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım.” dizesindeki “bent” sözcüğü bizlere Mete Han’ın Çin seddini aşmasını hatırlatmaktadır. “Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.” dizesi de bizlere Ergenekon destanında Türklerin demir dağı eriterek, 300 yıllık Çin esaretine son vermelerini hatırlatmaktadır.
Mehmet Akif, dördüncü, beşinci ve altıncı kıtada ise Türk gençliğine seslenerek onlardan can pahasına da olsa yurdumuza alçakları uğratmamalarını ister. Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarlar maddi olarak bizden her ne kadar üstün olursa olsun; bizim onları Allah’ın izniyle manevi iman gücüyle alt edebileceğimizi söyler. Altıncı kıtada ise bizlere bastığımız yerleri niçin “toprak” diyerek geçmememiz gerektiğine değinir. Yurdumuzun altında yatan aziz şehitlerimizle birlikte, bütün olarak paha biçilemez derecede mukaddes olduğunu vurgular. Dünyaları önümüze serseler dahi cennet vatanımızdan bir parça bile vermememiz gerektiğini ifade eder. Yedinci kıtada da yine aynı derecede vatanımızın kıymetli oluşuna ve can pahasına da olsa ondan asla ayrı kalınamayacağını ifade eder.
Dinimize göre cennete gitmiş birine dünya üzerindeki bütün nimetler verilse dahi asla geri dönmek istemez. Ancak bu duruma istisna olarak şehitler vardır. Onlar yattıkları yerden kalkarak on kere daha vatan için çarpışmak ister. Bu hususa dikkat çeken Mehmet Akif, sekizinci ve dokuzuncu kıtada ise şehitlerimizin kişiliğine bürünür. Onların dilinden ezanların dinimizin en büyük şahidi olduğuna dikkat çekerek bize: “Ruhumun senden tek dileği, ezanları üstümde ebediyen susturma. İşgale uğrayıp camilerimize asla yabancı eli değdirme! Eğer bunları yerine getirirsen mezar taşım büyük bir huzurla bin kere secde edecek. Her yaramdan, İlahi kanlar boşanacak. Na’şımın ruhu yerden fışkırarak Allah katında yükselecek. Ve başım “Arş” a değecektir. Son kıtada ise kazanılmış büyük bir zaferle bayrağımıza coşkuyla seslenir şair. Bir daha asla böylesine büyük felaketler yaşanmaması temennileriyle özgürlüğün, Allah’a tapan Türk milleti ve Türk bayrağına ait olduğunu vurgular.
Kısaca özetlemek gerekirse, çaresizlikler içerisinde kalan bir millete evvela korkmamayı öğretmek... Akabinde şanlı bir maziyi tozlu raflardan indirerek gözler önüne sermek... Geçmişten nasıl güç alınacağını göstermek... En sonunda da özgürlüğün ancak Allah'a tapan Türk milletine ait olduğunun altını çizmek... Kısacası ezelden beridir hür yaşamış Türk milleti gibi duyup, düşünerek hissedebilmek; sonra da: "O benim milletimin malıdır." diyerek onu Türk milletine emanet edebilmek; çok ayrı bir meziyet olsa gerek. İstiklal Marşımızın kabul edilişinin 96. yılı kutlu olsun. İşte bu yüzden ne mutlu ki Türk olabilmek... “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” Mekânın cennet olsun büyük insan.
Akçabük: Mart 2017
Türkeli için bir değer olan baskanimiza başarılar
Saygıdeğer başkanım, her zamanki gibi en can alıcı noktalara değinip,muazzam bir bilgi ve edebî haz şöleni sunmuşsunuz. Kaleminiz kuvvetli, bahtınız açık olsun...