Yaradanın bizlere bu hayatta verdiği en büyük lütuftur düşünmek ve nihayetinde kurduğumuz hayaller. Ki hayallerdir bir insanı bu dünyaya en çok bağlayan. Çünkü hayattan bir şey beklemeden yaşayamaz bir insan. Ancak bu şu demek değildir ki; “Önce düşünürüz, sonra da hayaller kurarız ve iş burada biter.” Hayır bitmez. Çünkü nasıl ki düşüncelerimizden yola çıkarak hayaller kurabiliyorsak; kurduğumuz bu hayallerden yola çıkarak da yeni düşünceler üretebiliriz. Lakin tüm hayallerin öncesinde de mutlaka, onları meydana getiren düşünceler vardır. Bilhassa bu; bizi diğer canlılardan ayıran en büyük meziyet olarak düşünmek... Hatta ünlü filozof Descartes’in dediği gibi o olmadan var olamadığımız düşünmek... Ve daha nice düşünmek üzerine düşünmektir bir bakıma.
Düşüncelerimiz kış mevsiminin en çetrefilli aylarında yağan karlar gibidir aslında. Geçmişten günümüze değin dünya bilim tarihinde karlar üzerine yapılan nice incelemenin sonucunda; nasıl ki birbirinin aynısı hiçbir kar tanesine rast gelinmediyse; hiçbirimizin düşüncesi de karın rengi gibi aralarında yakın benzerlikler olsa da bir diğerimizinkiyle tıpa tıp aynı değildir. Çünkü hepimizin düşüncelerinin teşekkül etmesinde belirleyici; aile, okul, yakın çevre ve içerisinde yaşadığımız kültür gibi çeşitli dış etkenler vardır. Tüm bunlara ilaven bir de kendi hayat felsefemiz eklenince; hepsinin kendi arasındaki etkileşimi neticesinde düşüncelerimiz daha da farklı ve özgün bir hal alır. Ve bizi biz olarak var ederler.
Şimdi belki burada bana: “Madem her insanın düşüncesi birbirinden farklıdır diyorsun. O halde birbiriyle çok iyi geçinen iki insana ya ne demeli? İyi anlaşabildiklerine göre düşüncelerinin de aynı olması gerekmez mi?” diye sorabilirsiniz. Sorun da hem! Böyle bir durumda iş sadece aklın güdümündeki düşüncelere kalırsa zaten vay halimize... Çünkü her iyi anlaşan insanın arasında da illaki düşünce farklılıklarından kaynaklı küçük kavgalar, anlaşmazlıklar mutlaka olacaktır. Bizler aklımızın güdümünde bir yere kadar gidebiliriz ve sonrası gelmez. Gerisi kalp ile olacak bir iştir sonuçta. Düşüncelerin sustuğu yerde kalbimizin güdümündeki; sevgi, saygı, güven, hoşgörü gibi duygular ve değerler konuşur. Ve bu iki kişiden biri diğerine mutlaka tahammül eder, ya da etmeyi öğrenir. Böylelikle de onlar, bir ömür boyu iyi anlaşan insanlar olarak kalmayı hak ederler. Şimdi biraz da siz değerli okuyucularıma düşüncelerdeki değişim ve dönüşümden bahsetmek istiyorum.
Dünya bu ya; döndükçe değişiyor ve illa ki kendisi de değişmekle kalmayarak bizleri de değiştiriyor, bazı düşüncelerimizi de. İşte değişen bu düşüncelerimiz tıpkı alçaklara yağan ve değişen hava şartlarının neticesinde eriyip giden karlar gibidir. Çünkü bunlar da değişen hayat şartlarının neticesinde zihnimizden eriyip giderler. Gitmeleri de iyidir zaten ki bakarsınız yerine kayda değer başkaları gelebilir. Ancak bazı düşüncelerimiz de aksine yükseklere yağan karlar gibidir. Üzerinden kaç yaz, kaç kış geçerse geçsin; her daim orada dimdik kalırlar. Çünkü bunlar; hamuru derin duygularla yoğrulmuş, temeli küçüklüğümüzden beri yukarıda bahsettiğim unsurlar tarafından sağlam bağlarla atılmış; sevgi, saygı, hoşgörü,Allah’a ve onun emirlerine iman, vatan sevgisi, bayrak sevgisi gibi duygu ve değerler etrafında bütünleşerek yaşamımıza tutarlı bir yön tayin ederler. Eğer bu hayatta sağlıklı bir ruh haliyle yaşayacağız diyorsak; gitmesi gereken düşüncelerimize yol vermemiz, kalmaya değecek olanını da değişmeyen düşüncelerimizin içerisine sindirerek yaşatmamız gerekir.
Aksine erimesi gerekenleri tutup da habire değişmeyenlerin üzerine ilave etmeye kalkarsak bu düşünceler oraya yapışmaz. Yapışmadığı gibi de orada bir hayli birikir ve en sonunda büyük bir çığ olarak kayar giderler. Kendilerinin gittiği bir şey değil, bu çığ alttaki sağlam düşüncelere de zarar verirse artık: “Yandı gülüm keten helva!” Allah muhafaza soluğu artık tımarhanede mi alırız yoksa başka bir yerde mi bilinmez... Bu yüzden hayatta en ufak sorunları büyütüp de kafamızda kördüğüm haline getirmenin hiçbir lüzumu yoktur. Bazı sorunlar akışına bırakılmalı ki; onlar için gerekeni zaten zaman halleder. Bu yüzden bize de bazen “Boş ver gitsin.” demek düşer. Hem atalarımız da boşuna dememiş: “Keser döner sap döner; gün gelir devran döner.” diye. Fakat öyle her şeyi de boş vermemek gerek... Can Yücel’in dediği gibi biraz da hayatı ucundan tutarak yaşamak gerek.
YTÜ-Davutpaşa,2015