30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak Birinci Dünya Savaşı’ndan resmen ayrılmıştı ancak mütareke maddeleri Osmanlı Devleti’nin parçalanması, işgal edilmesi ve en önemlisi de sömürgeleştirilmesi anlamına gelmekteydi. İşte bu durum karşısında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yerel direniş cemiyetleri ortaya çıktı. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’i işgal amacıyla hareket ederken aynı günlerde Karadeniz’de Bandırma Vapuru Samsun’a gidiyordu.
İlk iş Anadolu’daki yerel direniş hareketlerini birleştirmekti. Bu amaçla Mustafa Kemal Paşa tamim ve kongrelerle adımlarını atmaya başladı. Sivas Kongresi ile artık Türkiye, tek bir direniş örgütü altında Milli Mücadelesini sürdürüyordu. Toplam dört yıl süren bu mücadele sonucunda Yunanlılar İzmir’den gönderilmişti. Artık cephede ya da diplomasi masasında tek bir taraf vardı: İtilaf Devletleri.
Türkiye’nin kazandığı zafer önce Mudanya Mütarekesi’ni imzalamasına ardından da toplanacak olan Yakın Doğu İşleri Hakkında Lozan Konferansı’na davet edilmesine neden olmuştu. Ankara konferansa gitmek üzere İsmet Paşa öncülüğünde bir heyet oluşturmuş ve heyete bir talimatname vermişti. Bu talimatname de iki husus “taviz verilemez” olarak belirlenmişti. Bunlardan ilki Doğu Anadolu’da bir Ermeni Yurdu’nun kurulmaması, diğeri Türkiye üzerindeki tüm kapitülasyonların/imtiyazların kaldırılmasıydı. Anlaşılan o ki Türkiye bağımsız olmak istiyordu. Ancak İtilaf temsilcileri bu talimatnameye karşı çıkmış ve uzun sürecek müzakereler meydana gelmişti. Lozan’da talimatnamede yer almamasına rağmen diğer tartışma konusunun başında Musul meselesi geliyordu ve Türk heyeti buradan da taviz vermek istemiyordu. Bu şekilde konferansın sürmeyeceği anlaşılmış ve taraflar ülkelerine dönmüşlerdi.
İsmet Paşa başkanlığındaki Türk heyeti Ankara’ya geldiğinde Mustafa Kemal Paşa tarafından karşılanmış ve vakit kaybetmeksizin Meclis’e gelmişlerdi. Ancak Meclis’teki milletvekilleri tepkiliydi. Onların tepkileri farklı nedenlere dayanmaktaydı. Bir kesim Misak-ı Milli sınırlarından taviz verilememesinin altını çizerken diğer bir grup konferansa verilen aradan şikâyet etmekteydi. Çünkü artık savaşacak maddi ve manevi güç kalmamıştı. Bazı milletvekilleri Musul vilayetinden vazgeçilmemesi üzerinde durmuş hatta Türkiye’nin sınır güvenliğinin o bölgeden başladığının üzerinde durmuşlardı.
Kısacası iç ve dış politikada işler iyiye gitmiyordu. Bugünlerde Lozan görüşmelerine tekrar devam edileceği açıklanmış ve Türk heyeti tekrar İsviçre’ye yola çıkmıştı. Bu defa iki tarafta “barış” istemesinden dolayı daha ılımlıydı. Çünkü taraflar “maddi-manevi” tükenmiş bir haldeydi. Bu yüzden konferansta uzun tartışmalara neden olan talimatname, Türk heyetinin istediği şekilde gerçekleşmişti. Musul meselesi ise daha sonra görüşülmek üzere ertelenmişti. Bunun karşılığında İtilaf temsilcilerinin birtakım istekleri de kabul edilmişti. Bir an önce barış politikasıyla iki taraf 23 Temmuz 1923 tarihinde anlaşmış ve Türkiye Lozan Antlaşması ile uluslarası alanda bağımsız bir devlet olarak tanınmıştı.
Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti yenik ayrılmış ancak 1923’deki Lozan Antlaşması ile bu devletlerden sadece bir tanesi kendi bağımsızlığını elde etmişti. O da Türkiye’ydi. Artık savaşsız bir dönem başlıyordu. Mustafa Kemal Paşa önce başkenti Ankara olarak belirledi ardından 29 Ekim 1923’te daha sonra “en büyük bayram” olarak ifade ettiği Cumhuriyet’i ilan etti.
Cumhuriyet, 28 Ekim 1923 günü “efendiler yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” cümlesinden daha büyük bir anlam taşımaktaydı. Cumhuriyet, 10 yılı aşkın süren aralıksız savaşın, ölümlerin, fedakârlıkların ardından yine aynı ulusun mücadelesiyle kazanılmış bir zaferdi. Daha da açık bir ifade ile Cumhuriyet; bünyesinde hem acıyı hem de zaferi barındırarak bize tarihimizi, fedakârlıklarımızı ve çaresizliğimizi hatırlatan bir gündür. Bunları hatırlatırken tüm olumsuz koşullara rağmen “zafer” elde edilebileceğini de bize yine Cumhuriyet göstermiştir.
Cumhuriyet ile hem dönemin siyasetçileri hem de halk artık yeni bir Türkiye’nin doğuşuna tanıklık etmişti. Nitekim art arda gerçekleştirilen inkılaplar bu yeni dönemin en başta gelen örnekleri olmuştu. 97 yıllık geçen sürede Cumhuriyet, Türk milletinin en derinden benimsediği ve kabul ettiği ilk inkılap olarak da tanımlanabilir.
Sözün kısası; Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır. En büyük bayram kutlu olsun!.
emeğinize sağlık anlamlı bir makale olmuş.
tebrik ederim. çok güzel bir yazı kaleme almışsınız.
Kalemine sağlık