“Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.” (Ziya Gökalp)
Türkçülüğün Esasları, büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp’in 1923’te yayınladığı önemli bir başyapıttır. Türk milliyetçiliğinin tüm fikir ve teorilerini bir sistem bütünlüğü içerisinde sunan bir başucu kitabıdır. Bu yazımızdaki amacımız ise 3 Mayıs Türk Milliyetçileri Günü anısına sizlere edebi bir haz şöleni yaşatmaktır. Türkçülük ve Turancılık başta olmak üzere Türk milliyetçiliği fikrinin etrafında teşekkül eden temel kavramları Türk milletiyle buluşturmaktır.
Türk milliyetçiliği fikrinin dünya üzerinde ne zamandan beri cereyan ettiğini ve nereye doğru yol aldığını belgeleyen bu eser, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde “Türkçülüğün Özü” konusuna değinen Gökalp, her şeyden evvel düşünce akımı olarak Türkçülüğün, Fransız İhtilali’nin de etkisiyle Avrupa’da boy gösteren “Alaturka” ile başladığını ifade etmektedir. Alaturka, kelime anlamıyla Türk’e ait olan demektir. Avrupa’ya bir dönem damgasını vuran bu akım birçok Avrupalıyı Türklere hayran bırakmıştır. İlk Türkolojilerin yabancılar tarafından Avrupa’da kurulması… En eski yazılı belgelerimiz Göktürk Kitabeleri’nin yabancılar tarafından gün yüzüne çıkarılması… Mozart’ın Türk ordusundan etkilenerek “Türk Marşı” nı bestelemesi gibi çoğu gelişme aslında bu Alaturka akımının sonucudur.
Pekiyi bu durumda bizim Türkler ne yapmıştır? Sorusuna ise “Avrupa’ya hayran kalmışlardır.” Cevabını veren Gökalp, bunun neticesi olarak Türkler arasında da “Alafranga” akımının cereyan ettiğini vurgular. Alafranga, Fransız’a ait olan demektir. Osmanlı’da Tanzimat yıllarına tekabül eden bu dönemde Türk bilginleri her şeyden önce Fransızca bilmeyi kendilerine meziyet sayarak kültürde, edebiyatta, müzikte ve sanatta Avrupalılaşma yoluna gitmişlerdir. Ancak ne yazık ki zaten bizim Türk-İslam kültür ve medeniyeti üzerine oturtulmuş sağlam bir medeni altyapımız olduğu için o dönem Batı’yı yanlış anlamışız. Bizim daha çok bilim ve teknikteki eksikliklerimizi onlardan tamamlamak yerine eksik olmayan değerlerimizi tamamlamaya kalkan Tanzimatçılar adeta duvara toslamıştır.
Bu bölümdeki bir diğer husus ise Türkçülük ile Turancılık arasındaki münasebettir. Türkçülük kelime itibariyle “Türk milletini yükseltmek” demek olup bizim yakın hedefimizdir. Bir başka deyişle Türk milletinin Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bölünmez bütünlüğü içinde ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Turancılık ise bizim uzak hedefimizdir. Atatürk’ün: “Gözlerimi dünyaya onun rüyaları içerinde kapayacağım.” diyerek ifade ettiği Kızılelma’dır. Türk’ün Ülküsüdür. Turancılık’ta Türkiye gibi bağımsızlığını ilan etmiş diğer Türk Cumhuriyetleri de bir araya gelerek eğitimde, kültürde, sanatta, politikada ve bilimde birleşerek dünyaya nizam vereceklerdir. Nasıl ki bugün Avrupa Birliği denilen bir ekonomik topluluk varsa, Turan Birliği bunun daha geniş kapsamlısı olup, dünyaya ay yıldızın damgasını vuracaktır. Tıpkı M.Ö 208’de Mete Han’ın kurduğu büyük birlik gibi Turan’ın çekim gücü etrafında Türk milletini toplayacaktır. Gökalp’e göre Turan’a giden yol uzun olsa da milletlerin hayatında böylesine uzak amaçların olması, ileriye dönük çalışmaların devamlılığı ve yurdun bekası için gereklidir.
Turan’a giden yolda kültür birliğini sağlamak ve gelecek nesillere aktarmak için dilimiz Türkçenin değeri son derece elzemdir. Çünkü dilimiz Türk kültürünün aktarıcısı ve taşıyıcısıdır. Geleceğe seslenmek de ancak Türkçe ile mümkün kılınacaktır. Bu yüzden Gökalp onu aşırı derecede Arapça ve Farsçanın tutsağı olmaktan çıkartmamız gerektiğini vurgular. Bayağı tamlamaların ve kuralların dilimizden atılarak yerlerine Türkçe kökenli kelimeler türetilmesi gerektiğini söyler. Dilimize yerleşen kalıplaşmış ifadeler ve deyimlerin kalması şartıyla tüm Arapça ve Farsça tamlamalar tasfiye edilmelidir. Ziya Gökalp’in fikirlerinden etkilenen Mustafa Kemal Atatürk’ü bu bağlamda değerlendirdiğimizde aziz dilimiz Türkçeyi niçin minarelere çıkardığını görmek bizim için zor olmayacaktır. Bu husus ise eserde “Dinde Türkçülük” olarak geçmektedir.
Eserden size aktarmak istediğimiz bir diğer önemli konu ise “kavimcilik ve milliyetçilik” arasındaki farka ışık tutmasıdır. Kimileri çıkıp bazen kavimcilik ile milliyetçiliği bir tutup dinimizde bu düşüncelere asla yer olmadığını söyleyebiliyor. Ancak bilerek veya bilmeyerek bu zihniyet, Arap kabileciliğinin değirmenine su taşımaktadır. Bu kardeşlerimizi aydınlatmak babında ifade edecek olursak kavimcilik, millete göre daha küçük bir topluluğu ifade etmekte olup arada kan bağı şartı aranmaktadır. Bundan dolayı da kavim ve kabile dışı evlilik yapmak da yasaktır. Oysa milliyetçilikte durum böyle ilkel değildir. Milletler arası evlilikler bildiğimiz üzere zaten mevcuttur. Her zaman da olmuştur. Bunun yanında bizim başka bir ırka mensup olan birini Türkçülüğü savunup bu fikre hizmet ediyor diye dışlamak asla haddimiz olmayacağı gibi tutup bağrımıza basmak boynumuzun borcudur. Bununla birlikte milliyetçilik son derece gerekli olup bugün dünya üzerinde devletleri yaşatan tek kuvvettir. Ancak her milletten de devlet olamaz. Çünkü devlet kurmak yüksek kültür ve medeniyet sahibi olmayı gerektirir.
Eserin ikinci bölümünde ise Türkçülüğün esasları olan aynı zamanda Dokuz Işık doktrinlerimizden biri olan “Ahlakçılık” üzerinde durulmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk: “ Türk milletinin karakteri yüksektir.” derken ahlakın Türklük şuurunun özünde yer aldığını çok iyi biliyordu. Bu yüzden Türk milletinin kültürel değerlerinin mihenk taşının yüksek ve temiz ahlaktan geçtiğini ifade ediyordu. Çünkü ahlak, her insanın kendi karakterine ve vicdanına karşı yerine getirmekle mükellef olduğu özel davasıdır. Dolayısıyla kendi şahsi davasına karşı yüksek ahlaki sorumluluğunu yerine getiremeyen bir şahıs, Türk milliyetçiliği davasını da adıyla kirletmiş demektir.
Şimdilik aktaracaklarımız bu kadardır. Allah’ın izniyle çok yakında yeni milliyetçi yazılarla beraber olacağız. Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin. Ne Mutlu Türküm Diyene!
Yeni yazilarinizi merakla bekliyoruz
Mukemmel bir yazı. Uzun zamandır bir yazı okurken böyle keyif almamıştım.