Son zamanlarda havalar bir hayli yağmurlu gitti. Artık kışın habercisi sonbahar geldi. Daha da şiddetini artıracağa benziyor. Sıcaklık değerlerinin de düşmesiyle birlikte evlerde sobalar kuruldu. Bacalardan dumanlar vakurca yükseliyor. Hele bir de arada çakan şimşekler, gök gürültüleri yok mu? Bazen ansızın gecenin üçünde, beşinde şiddetini artırıyor. Saçaklardan damlayıp sert bir rüzgârla pencereye çarpan yağmurlara bakıp; düşüncelere dalıyor insan. Çocukluğundan beri yağmurlu günlerde yaşadığı hatıralar şimşeklerle çakıyor zihninde. Yağmurlu havalarda girilen sınavları, akabinde elde edilen başarıları, bir büyük sevdayı… Yine yağmurla yitirmesi geliyor gözlerinin önüne. Bazen yağmurla kazandıklarını yine yağmurlarla kaybediyor insan. Tıpkı bir çiftçinin yağmurlarla elde ettiği hasadı, yine yağmurlarla kaybetmesi gibi…“Haddini aşan her şey, zıddına evrilir.” der ya bazı düşünürler. Haddini aşan yağmur da bazen bereket olmaktan çıkıp, sele dönüşüyor. Allah göstermesin, önüne gelen ne varsa katıp götürüyor.
Bazen yağmurlu bir köy havasında sever insan. Akçabük’ten yazıyorum bu satırları. Yıldırım çarpmışçasına yanarsın. Sabredersin, ancak hiçbir şey söyleyemezsin. Yağmura bırakırsın kendini. Islanırsın, sırılsıklam. Deliler gibi… Yüreğine düşen ilk cemre gibidir bu yağmur. Yıllar sonra kaybedince gözyaşlarına karışır ve sel olup dökülür. İlkbaharda varoluşun simgesi olan yağmur, sonbaharda kaybedişin adı olur. Her şeyi siler, süpürür. Sararmış yaprakları, çatılara konan tozları, yerleri, asfaltları… Bazen de yıkık bir aşkın enkazını… Allah’tan başka hiçbir umut kırıntısı kalamayıncaya dek, her şeyi beraberinde götürür. Genellikle bir taraf, diğerinden fazla sever. Diğer taraf ise ya az sever ya da hiç sevmez. Belki de sever gibi yapar. Böylece sevgide eşitsizlik doğar. Eşitsizler arasındaki münasebet de yine eşitsiz olacağı için; gün gelir çok seven, bir başına kalır. Mürekkebi yağmurla kalbe yazılmış bir sevdayı, bakarsınız yine yağmur almış, götürmüş. Kısacası, “Bir umuttur yaşamak…”der gibi sevmelerin yalan olmuş.
İnsanın işi bir kez ters gitmeyegörsün, nasıl da yağar başına belalar yağmur misali? Aşkta kaybedersin, yıllarca çalışmaya, okumaya, yazmaya, çizmeye verirsin kendini. Mücadele edip bir yerlere gelerek, vatanına, milletine faydalı işlerle uğraşmak adına var gücünle didinirsin. Güneşin nereden doğup battığını fark edemeyecek kadar kaybedersin kendini. Sınavlara girersin, çıkarsın. Gün gelir. Türkiye’nin Yıldızından Tekniğine kayar, derecelerle mezun olursun. Kamu sınavlarından da gayet iyi netler yaparsın. Bir de bakmışsın, ne atanmışsın, ne de ilçende bile görev alabilmişsin. “Size görev veremedik.” sözünü duyar. Diplomandaki yıldız kayar. Yıldırım olup, üstüne düşer. Kimileri bir yerlerde dayısı ya da amcası olduğu için uyduruk bir formasyon çaputuyla önüne geçer. Adaletsizlikler sağanak gibi yağar. Sana da bir köşeye çekilip olan bitene bir anlam vermek düşer. Boşuna dememiş Cengiz Aytmatov: “Hayallerden doğan umutlar, genellikle zaman içinde kırılıp, giderler. Köksüz bazı ağaçlar ve çiçekler gibidir. Hayallerin trajik kaderi budur.” [1]diye. Tabi işin en önemli boyutuna göre de: “Hiç kimse, kendisi için gizlenen müjde ve mutluluğu bilemez.”[2] Her ne kadar belirli makamlarda etkisini gösterecek dayımız, amcamız olmasa da en yüce makamdan her şeyi görenimiz, en değerlimiz var. Neticede bizde yağmurlarla umutlar uyandırıp, umutlar söndüren Allah’a şükürler olsun. Her şerde bir hayır vardır.
Kaynakça
[1]Cengiz Aytmatov, Dişi Kurdun Rüyaları, Ötüken Yayınları, İstanbul: (2012).
[2]Secde Suresi, 17. Ayet
" Edeb; hududa riayet etmek demektir. En büyük edeb; ilahi hududu muhafaza etmektir!" NECİP FAZIL KISAKÜREK