Bağımsızlık, istiklal ve özgürlük kelimeleri aynı anlamı taşımaktadır: Herhangi bir koşulda sınırlanma, kısıtlanma olmaksızın düşünme ve davranma ile her türlü dış etkenden bağımsız olarak kendi istenci ve düşüncesine göre karar verme durumu. Yazılarımda bu kelimeleri; düşüncelerin, duyguların, dilin ve bedenin, zaman içinde oluşturduğu şablondan özgür olması anlamında kullanmaktayım.
Düşünceler nereden gelir? Duygular/duyum nereden gelir? Bunların cevabını bilmiyoruz, bazı sorularımız cevapsız kalıyor. Fakat duyguları, düşünce ve dilin oluşturduğunu biliyoruz. Öfkeyi ele alalım, bir durum yaşandığında bedende bir duyum oluşur ve biz buna öfke diyoruz. Eğer bu duyuma bir ad vermeseydik ve öfke duygusu diye nitelendirmeseydik öfke duygusu varlığını, canlılığını sürdürebilir miydi? Bunun başlangıcı düşünceye ve algılayışımıza dayanıyor. Bir durumla karşılaşıldığında düşüncede oluşan şablon buna tepki verir çünkü kendi belirlediği sınırların dışındadır olan. Bu şablon şartlanmalarla doludur ve kişi olan durumu kendi şartlanmalarıyla karşılar. Böylece bedeninde de karşıt bir duyum oluşur ve bu duyumun adı öfkedir. Bu iki akış dil ile de desteklenir, söylemlerle tasdiklenir. Böylece bu üçlü aynı şablonla işbirliği ile hareket ederler. Kişi olan duruma sadece gözlemci olsaydı bir düşüncesi, bir yargısı olmazdı, böylece buna bağlı olarak da öfke kelimesi ile etiketlenen, işaret edilen duyum da olmazdı. Hal böyle iken dil bir şablonun sonucunu değil, gerçekte olan üzerinden bir konuşma yapardı. Ve tüm duyguların işleyişi böyledir.
Hiç yaşadığınız duygunun gerçekteki haliyle karşılaştınız mı? Hiç duygunuzla yüzleştiniz mi? Yine öfke örneğiyle devam edelim. Öfkelendiğinizde bedeninizde neler olup bittiğinin farkında mısınız, yoksa bedeniniz yaralı bir kuş gibi titrerken, siz hala söylemek istediklerinizi söylemeye devam mı ediyordunuz? Özetle öfke duygunuzla ilgilendiniz mi, dikkatinizi ona verdiniz mi? Böyle bir durum yaşadığınızda, dikkatinizi bedeninize yönlendirerek duygunuzla karşılaşmayı deneyimleyin isterim. Sonucunda bambaşka bir hal yaşadığınızı göreceksiniz. Yansıma ile değil, gerçekle karşılaşacaksınız.
İlk aşama beyin düşüncelerden özgür. Geçmiş veya gelecekle ilgili düşünceler artık gelip kişiyi rahatsız etmiyor, esir etmiyor. İkinci aşama bedenin özgürlüğü. Bu organizma yıllar içinde aynı düşünce, duygu, davranış ve dili tekrar ede, ede bir şablon oluşmuş ve bu hal bir alışkanlığa dönüşmüştür. Beden nasıl özgür olacak? Tek, tek duygulardan özgürleşmek şüphesiz uzunca bir zamanı gerektirir. Bu durumda farklı bir yol izlemek gerekiyor. Düşünce tamamen sessiz iken, dikkatle bedene bakmak. Bedende oluşan hale; duyum, duygu, öfke, korku gibi etiketlemelerden bağımsız bir şekilde sadece bakmak ve görmek. Bu şekilde bakıldığında bedende neler olup bittiğine şaşıracaksınız. Organlar yaralı bir kuş gibi tir, tir titriyor, sıkışmalar, sancılar, acılar kendini açığa çıkararak gösteriyor. Bedenin her yanında bu duyumlar hissedilse de, merkez yoğun olarak göbek çevresi ile bağırsaklarda ve göğüs bölgesinde kendini gösteriyor. Düşüncelerden özgürlük daha hızlı ve çabuk olurken, duygulardan özgürlük farklı bir süreci getiriyor. Nihayetinde her ikisinde de disiplin olmazsa olmazımızdır. Disiplinli bir çalışma ile bunun da mümkün olduğunu gördüm. Bu da bir süreci içinde barındırmaktadır. Daha kısa bir yolu var mı bilmiyorum, hala üzerinde çalışıyorum.
Hepimiz bu yollardan geçtik, geçiyoruz, aynı gemideyiz.
Kişi bir şok, yoğun bir korku yaşar ve biz buna travma diyoruz. Beden iliklerine kadar bu şiddetli korkuyu, acıyı hisseder ve yaşar. Akabinde, beden güvende olmak için kendini kilitler. Sonra düşünce ile o korku dolu anlar zihinde tekrar eder durur. Bununla birlikte bedendeki korku duygusu da kendini tekrar eder. Yaşanan hal arkadaş, aile, dost meclislerinde dil ile paylaşılırken tekrarlanarak mühürlenir. Dil konuşmasa dahi, bu anı, ağız içinde enerji hareketiyle gevezeliğini sürdürür. Korkuyu canlı kılarak bedenin kendini kilitlemesi aynı anının tekrar, tekrar düşünülmesinden ve bedenin aynı duyguları tekrar, tekrar hissederek yaşamasından kaynaklanmaktadır. Sonunda kişi yapmak istediklerini yapamaz, daha ötesi güvende olmak adına kendini evine saklar hale de gelebilir. Maalesef bu kişiler asosyal, ıssız, kendi halinde gibi etiketlere maruz kalmaktadırlar. Her yalnızlığı seçenin sebebi böyle olmasa da, çoğunlukla bu böyledir. Dış dünya korkutucudur, her an bir şey olabilir. Bu nedenle güvenli alanı olan bilindik çevre, bilindik davranışlar sürer gider. Korku bedeni esareti altına almıştır, akıl bacadan uçar ve gider. Niyet iyidir, amaç güvende olmak isteği. Düşünce geçmiş anıların psikolojik tekrarından özgür olduktan sonra, beden de duygusal şablondan özgür olduğunda kişide yaşam enerjisi yeniden hareket etmeye başlar. Yaşam enerjisinin yolu, korku başta olmak üzere üzüntü, acı gibi diğer duygularla tıkanmıştır. Zaman içinde bunlar bedenin hafızasında yer etmiş, kendilerini tekrar ederek yaşamaktadırlar. Korku duygusu da, diğer duygularda enerjisini düşünceden alarak kendilerini üretir. Düşüncenin hareketi olmazsa, duygu da olmaz. İlk aşamada düşünceden özgür olunsa da, bedende nasırlaşmış, yer etmiş, birikmiş olan duygularla birebir ilgilenilerek bedeni özgür kılmak gerekmektedir.
Her konu düşünceye bağlanarak, sanki düşünce kötü bir şeymiş, yolumuzda engelmiş gibi anlaşılıyor. Böyle bir algı kesinlikle yanlıştır. Düşünce şartlanmalar neticesinde, onu nasıl kullanacağımızı bilmediğimizden, başıboş bir halde geçmişe saplanıp kalmıştır, geçmişe bağımlı hale gelmiştir. Dilimizde düşünceden özgürlük diye telaffuz edilse de, amaç düşünceyi geçmişin esaretinden özgür kılmaktır. Çünkü düşünceyi esir eden yanılsamalardır. Yanılsamalar da algılama biçimimizden kaynaklanmaktadır. Algılarımız gerçek değildir. O yüzden bizler maalesef gerçeği değil, yanılsamalarımızla kurduğumuz şablonlarımızı gerçeğimizmiş gibi yaşıyoruz. O halde bir sonraki yazımda yanılsama ve gerçeğin ayrımını konuşalım.
Eğer kendi gerçeğimizi yaşamak istiyorsak, mahşerin beş atlısını ele almak zorundayız. Bunu kitap bilgileriyle değil, kendimiz bire bir deneyimleyerek anlayabiliriz. Zira okunan kitaplar kelimeleri okunup, hakikati anlaşılmadıktan sonra maalesef bilgi olmaktan öteye geçemiyor. Bunları da konuşmak istiyorum sizlerle, kitap nasıl okunur, gerçek dinleme nasıl olmalı, dikkat nedir, gerçek görme nedir, öğrenme nedir… Pek çok çocuk okul yaşamında başarısız olarak etiketleniyor. Ben bu çocuklarımız için çok üzülüyorum. Neden başarısız olduklarını biliyorum, çünkü çoğu yetişkin gibi gerçekten dinlemenin ve gerçekten öğrenmenin ne olduğunu onlarda bilmiyorlar. Bunların hepsini birlikte konuşacağız, paylaşacağız. Şimdi mahşerin beş atlısı nedir, önce bunları konuşalım, daha sonra diğer konular daha iyi anlaşılacaktır.
MAHŞERİN BEŞ ATLISI:
1- Algı (5 Duyumuzun Beyindeki Hafıza Kaydı)
2- Düşünce (Anıların Beyindeki Hafıza Kaydı)
3- Duyum (Duyguların Bedendeki Hafıza Kaydı)
4- Dil (Kelimelerin Ağız İçindeki Hafıza Kaydı)
5- Alışkanlıklar (İlk Dört Atlının Peşinden Koşan Davranışların Bedendeki Hafıza Kaydı)
Ve bütün bunlar istemsizce, kendiliğinden olmaktadır. Biz her ne kadar kendimizi bilinçli, farkındalığı olan varlık olarak tanımlasak da, maalesef bilinçli değiliz. Bir faunusun içinde yanılsamalarımızla bilinçsizce yaşamımızı sürdürüyoruz. Buradan şu çıkarımı yapabiliriz. Özgür irademiz yok. Eğer, mahşerin beş atlısının yanılsamalarla dolu olan hafızasından özgürleşebilirsek, o zaman gerçekle yaşamaya erişebiliriz. Ancak o zaman özgür irademiz var diyebiliriz. O zamana kadar, yanılsama olan algılarımızın sonucunda oluşan sevimli ve sevimsiz hayaletlerimizi gerçeğimiz sanarak, uykuda ve esir olarak yaşamak zorundayız. Uyanış diye anlatılan bu olsa gerek.
Yeniden görüşmek üzere, sağlıcakla kalın, hoşça kalın.