Bir önceki yazımda söylediğim bir şeyi, yinelemek istiyorum. Öğrenmek için, her şeyi tecrübe edecek kadar uzun bir ömre sahip değiliz. Bizler görerek, duyarak, yaşayarak öğreniyoruz. Bu nedenledir ki, insanı kaybetmek için değil, kazanmak için emek etmeliyiz. Kaybetmek kolaydır, bir kişiyi bir sözle, bir davranışla devirebilir, yok edebilir veya gerçek potansiyelini açığa çıkarabilir, kazanabiliriz.
Öncelikle sahte ne demek bunu konuşalım. Sahte, kelime anlamıyla; bir şeyin aslına benzetilerek yapılan, gerçek olmayan demektir. Sahte gelinler de, gerçek bir evliliğin olmadığı, sahte bir roldür. Fakat bu bir tiyatro oyunundaki rol değil, hayatın içinde gerçekleşmiş bir eylemdir. Onlar da aslında olmayan kendilerinin, sahte rolünü tecrübe etmişlerdir. Bir çocuk düşünün ki, istenmeden dünyaya getirilmiş. Yetmemiş, bu sürekli kulağına fısıldanmış. Gerçi kulağıyla duymasa da, yüreğiyle bunu bilir. Yanlış buradan başlıyor. İstenmeyen bir çocuk olarak dünyaya geldiğini bilen ve buna inanan bir çocuk, sevildiğine, yaşamayı hak ettiğine, değerli olduğuna inanabilir mi? Bu türlü, kaza ile oldu vs çocuğun yanında konuşulması çok büyük bir yanlıştır. İletişim dilinin ne kadar önemli olduğunu buradan anlayabiliriz. Hiçbir ruh öylesine hayata gelmez. Her ruhun, öğreneceği ve öğreteceği bir hayat yolu vardır. Kaza ile veya isteyerek dünyaya gelen her can, bütüne bir şey katar. Sahte gelinlerdeki genç kızımız gibi. Fakat biz, insan yaşama bir şey katar denince hep güzeli, iyiyi düşünüyoruz. Çünkü acı olandan kaçan bir yanımız var. Acı konusu başlı başına işlenmeyi gerektirdiği için, şimdi bu konuya girmiyorum. Her insan bir hikayedir. Bu hikaye de böyle, her insan masum doğar ve yaşarken dönüşür. Kimi o yana, kimi bu yana, bir şekilde dönüşür. Onlar bu sahteliğin içine, aslında bir başkaldırı, protesto için girmiş olan kişilerdir. Fakat gördüğümüz bu kişiler, kendi asılları değildir, sahte yanlarıdır. Dolayısıyla içlerinde, asıl olan özlerini barındırmaktadırlar. O öze nasıl ulaşılabilir? İşte burada iletişim dili ve davranışlar devreye giriyor. Hapishanede yatmak, kişileri kazanmak için tek başına bir çözüm müdür?
İnsanı kazanmak zordur, kolay olan kaybetmektir. Zihnimizin mekanikleşme özelliği vardır. Suç işleyen kişiler, cezalarını hapishanede belli bir süreyi geçirerek çekerler, ya sonra? Sonra ne olacak? Örneğin, bir marketin kasasında on saat çalışarak, karşılığında bir maaş alınan bir hayatları olmamış. Kolay yoldan para kazanmışlar. Zihinleri bu konuda mekanikleşmiştir, öğrendikleri budur. Zihindeki bu mekanikleşme işlevini, farklı alanda eğitmek emek, eğitim ve zamanı gerektirmektedir. Yeniden başlamak zordur, içinde acıyı da barındırır. Fakat insan zihni zor olandan ve acıdan kaçar çünkü zihin tembeldir, kolay olanı sever, öğrendiğini, bildiğini sever. Değişime, yeniliğe, bilinmeyene açık değildir. Böylece bildiği, öğrendiği, ezberi olan mekanikleşmiş yanını uygulamaya devam eder. Bu durumda görüyoruz ki, resmi cezalarını çekmek yeterli değildir. Yeniden hayata karıştıklarında, onları neler bekliyor olacak? Umarım içerideyken bol bol kitap okurlar, bu farkındalığı başka türlü vermek pek mümkün görünmüyor. Yoksa ki suç işledim, cezamı da çektim demek yeterli değildir. Vicdan hatırladığı sürece bu mümkün değildir. Vicdanının sesini duymuyorsa, yani yaptığı zihni tarafından normalleştirilmişse hiçbir şey değişmez. Dolandırıcılığın şekli, adı değişir, yeni bir yol bulunur ama dolandırıcılık denen eylem değişmez.
Aile/çocuk ilişkisinde gözlem ve dil çok önemlidir. Koruma güdüsü içsel olarak vardır, fazlası zarar olduğu gibi, ebeveynler kendi enkazlarıyla uğraşırken çok şeyi de kaçırabilirler. Anne/baba her an çocuğuyla değildir, olamaz. Hiçbir anne/baba mükemmel ve kusursuz da değildir, olamaz. Bu nedenledir ki, çocuklarımıza kendine, kendi yaşamına, öz değerlerine sahip çıkmayı öğretmeliyiz. Bunun yolu da sınırlarını belirlemekten ve her koşulda bu sınırları korumaya yönelik, kendilerini eğitmekten geçer. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Ben anneyim/babayım, dolayısıyla ben biliyorum yaklaşımı çocuğu uzaklaştırır. Ayrıca ortada bir savaş, bir çatışma olur. Çocuk da kendi benliğinin ispatı, varlığının göstergesi olarak zıtlaşır, anne/babasının onaylamayacağı şeyleri özellikle yapar. Bunun derininde protesto, başkaldırı vardır. Oysa çatışmak yerine konuşarak, dokunarak, gözlerinin içine bakarak da anlatılabilir. Böylece çocuk, sevildiğini, değerli olduğunu ve kendisine güvenildiğini hisseder, bilir. Bu bilinç gelişince, o güveni yıkmamak adına olumsuz durumlardan uzak durur. Çatışma olan yerde ise bir kazanan olmalıdır. Kazanmak adına (Nefsi) mücadele vardır ve sonucunda herkes üzüldüğü gibi, bir kazananı da olmaz. Düşüncelerin savaşması sevgi değildir, ihtiraslardır. Sonucunda herkes kaybeder. Diğer türlü iletişim dili ise kazan, kazanı oluşturur. Sağlıklı bir birey yetişir, anne/baba, çocuk ve toplum kazanır.
Dolandırılanlara gelince, insan işte, ne diyeyim. Safça görünse de, her insanın hassas yanları vardır ve güvenir. Gerek duygusal, gerekse parasal olarak, güvendiği insanlar tarafından dolandırılmamış, kandırılmamış, hayal kırıklığına uğramamış insan yoktur sanıyorum. Normal şartlarda kanmayacağı bir yerde, bir şeyde, zayıf olduğu bir döneme denk gelir, boşluğuna denk gelir kanar. Bu, kişiyi aptal veya zeka yoksunu yapmaz. Sahte gelinlere kanan bu kişiler, derin bir yalnızlık içerisindedirler. Yalnızlığını, mutsuzluğunu paylaşacak bir kişiye, bir yoldaşa ihtiyaç duymaktadırlar. Şimdi sorsak, inanın kendilerine şaşırıyorlardır, ben nasıl kandım diye. Muhtemelen, yalnızlıklarının çok derin olduğu bir dönemde, yalnızlıklarıyla başa çıkamadıkları, hassas oldukları, yalnızlığın acısını fazlaca duyumsadıkları bir dönemlerine denk gelmişlerdir. Neyse, cana geleceğine mala gelsin diyerek kendilerini teselli edebilirler.
Hayatta her türlü insan hep var oldu ve hep var olacak. Bizler, yetişkin aklımızla bunun bilincindeyiz. Adı değişecek, taktiği değişecek, kişiler değişecek ama dolandırıcılık hep var olacak. Adı değişecek, kişiler değişecek, yeri ve zamanı değişecek ama dolandırılanlar hep olacak. Dikkat ederseniz, her dönemde farklı dolandırıcılık yolları oluyor, bunun sonu yok. Yakalanana kadar bu işi yapacaklar, yakalanınca cezalarını çekecekler. İnsan kendinden başkasına güvenemez mi diyeceğiz? Bu da doğru olmaz, kişilerin kendilerini tecrit etmelerine sebep olur. Kaldı ki, böyle desek, karar alsak, yeminler etsek de, insanız, gün gelir, an gelir güveniriz. Bu durumda geriye tek bir şey kalıyor, eğitim. O yüzden okumalıyız, okumalıyız, okumalıyız. Hatta okutmalıyız, okutmalıyız, okutmalıyız. Eğer kitap okuyan nesiller yetiştirebilirsek, bireyde değil, bütünde bir nesil ile birlikte çok şey değişir. Çünkü her şeyi yaşayamayız, her şeyden haberdar olamayız ama kitaplarda her dünyayı görebiliriz. Böylece kişi farkında olmadan, zihninde, derinlerinde güzel bir bilinç oluşur. Aile de bir yere kadar, aile her şeyi veremez. O yüzden, aileden alamadığı da varsa, bunu kitaplardan tamamlayabilir. Bu da demektir ki, düştüğünde kalkar, bitmişse yeniden başlar, sınırlarını bilir, korur vs çok şey sıralanabilir. İlgiyi, sevgiyi almak adına, kendine zarar verecek olan yollara sapmaz. Ne varsa kişinin kendinde vardır. En güzel yatırım, kişinin kendisine yaptığı yatırımdır. Her şey kendinde başlar, kendinde biter. Dış etkenler bir yere kadardır. Kişi zihninde mekanikleşen durumların, tekrarların bilincinde olmalıdır. Böylece diğer türlü bir seçimin mekanikleşmesi için, zihinsel bir eylem ile yol alabilir. Sonuç olarak okuyan insan bilinçli bir insandır, bireydir. Bu da, kendi yaşamına sahip çıkacağı anlamına gelir. Birey, kendi yaşam sorumluluğunu almış kişidir, suçlama bitmiştir. İnsanın kendini kazanması, olağanüstü güzel bir durumdur. Böylece, kendisiyle birlikte, bütüne de yararlı olabilir. Çünkü tüm yaşam ilişkilerden ibarettir. Hepimiz birbirimizin hayatlarına dokunuruz. İyi veya kötü bu böyledir. Adına iyi dediğimiz, kötü dediğimiz her tecrübe bize bir şey katar, bir şey öğretir. Böylece öğrenir, değişir, gelişiriz.
öğrene öğrene, acı çeke çeke,belki olgunluğu yakalarız.