Oku baban gibi, odun olma,
Oku, baban gibi odun olma
Aklıma güzel bir konuya değinmek gelmişti ki, başlığı yazarken bir şey fark ettim. Hayatta da bu böyle, bazen bir es vermek gerekir, işte orası virgülün yeridir. Virgülü ne zaman, nerede koyduğumuz, hayatın akışını etkiler. İlişkilerde, sohbetlerde, bir virgül koymak, bir duraklama gerektiği zamanlar vardır. O virgülü, ne zaman, nerede koyacağının farkındalığı da bir zeka işidir. Bu da böylece hayata notum olsun. Şimdi asıl yazmak istediğim konuya gelelim.
Yaşadığımız coğrafyada, kadına/anneye, verilmiş/biçilmiş bir rol vardır. Bunlar, toplumsal imajlarımızdır. Bir çocuk, büyüyüp, kadın/erkek olduğunda, olumsuz durumlarda, onu bir anne yetiştiriyor diyoruz. O yüzden hep, kadınlarımızı, anneleri eğitmeliyiz diyoruz. Doğru tabi, kabul ediyorum çünkü ben de bir anneyim, annenin yolunu, rolünü, emeğini çok iyi biliyorum. Peki, baba bunun neresinde? Babanın rolü hiç konuşulmuyor, daim anneye ithafta bulunuluyor. Kadın hakları diyoruz, erkek hakları hiç konuşulmuyor. Bazen, ‘’Erkek hakları’’ diye bir platform oluşturma isteği geliyor içimden. Çünkü erkekte kadın gibi, kendisine yüklenen imajın altında ezilmektedir. Fakat azınlık hariç, bunu anlayacak erkek olduğunu pek sanmıyorum. Çoğu, sırtlan rolüne bürünecektir. Sonra, pek çok düşüncem gibi, o da bir fikir oluyor ve uçup gidiyor zihnimden. Dikkat ederseniz, tüm yazılarımda, insana, bireye seslenirim. Kadın/erkek diye kategorilere ayırmak istemem. Kadın/erkek yoktur, insan vardır. Çünkü kadın/erkek oluşumuz, cinsel kimliklerimizdir. Bu da ikilik yaratır ve içimizdeki insana değil, cinsel kimliğimize göre bizi böler. Maalesef, bu bakışı yaşamak bir yana, konuşabileceğimiz bir toplumun içinde bile değiliz. Bırakın ötesini. O yüzden, bazen kadın/erkek diye durumlara bakmak gerekir. Oysa kadın/erkek yoktur, birey ve insan vardır. Biz göremeyiz ama umarım, yüzyıllar sonrasında bu bakışla yaşayabilir insanlık. Fakat yaratılışımız gereği, farklılıklarımız vardır. Bu nedenle bazen de, cinsel kimliklerimize değinmek gerekir. Bugünkü konumuz böyle bir konu.
Kız çocukları babaya, erkek çocukları anneye düşkün olur. Her ikisinden de bir şeyler alır. Sonra çevresi, okul, toplum derken, herkesten, her şeyden bir şey alır, artı tecrübeleri eklenir ve karakteri/kimliği oluşur. Yaşanan bir durumda, sadece annelere atıfta bulunulmasını kabul etmiyorum. Peki, babalara hiç pay düşmüyor mu, onların hiç rolü yok mu? Toplumun kanayan yaralarından biridir, erkeğin kadına olan şiddeti. Sonra, onu da bir anne yetiştirdi diyerek, fatura annelere kesilir. Ne büyük bir acıdır bu! İyi olursa babadan, kötü olursa annedendir? Baba, ailenin, toplumun ona yüklediği ‘’Erkek’’ kalıbıyla anneyi (Eşini) ezer, şiddet uygular. Fiziksel şiddet, duygusal şiddet, psikolojik baskı, psikolojik taciz, kadını aşağılama, küçük görme, değersiz görme vs… gider. Bunu kendinde hak görür. Çünkü zihninde bir kadın imajı vardır. Bu imaj nereden gelir? Büyürken babasının annesine olan bakışı, davranışı ve toplumdan öğrendiği kadına bakış. Sonra o çocuk/çocuklar büyür, yetişkin olur. Onlar da, babalarının annelerine yaptıklarını, eşlerine uygularlar. Böylece bu miras, babadan oğula, aktarılarak gider. Yüzyıllarca geriden gitmekteyiz maalesef. Hala kadınlarımız, kadın olarak saygıyı alabilmek için mücadele etmektedirler. Toplumun bu konudaki bakışı, kültürü değişmedikçe, azınlık bir çaba ve bireysel kurtuluştan öteye gidemeyecektir. Kaba bir babanın elinde büyüyen erkek çocukları, zihinlerindeki anne algısını eşleriyle eşleştirirler. Kadın da büyürken, kız çocuğu olarak ailede saygı görmemiş, bastırılmıştır. Çünkü onun babası da, annesine saygı duymamıştır. Böylece, farkında olmadan, anne ve babalarının, karı/koca rollerini yaşamaya devam ederler. Farkında olmak çok önemlidir. Kişisel gelişim dediğimiz alanın, en büyük nimetidir bu farkındalık konusu. Bu sarmal böyle devam eder gider maalesef… İstisnalar vardır tabi, babasının, annesine nasıl eziyet ettiğini gören ve bunu doğru bulmayan çocuklar vardır. Onlar evlendiklerinde, bire bir kopya değil, tam tersi, eşine yardımcı, destek, değer veren, onu küçük görmeyen, saygı duyan bir koca/eş olurlar. Bunlar azınlıktır. Çoğunluk bunu uygulamaz/uygulayamaz. Rollerimiz… Ezberlerimiz… Öğrenilmiş çaresizlik… Kadının kimliği, evdeki mobilyalara, mutfağa, eş ve anne rolüne sıkıştırılmıştır. Erkeğin rolü, parayı kazanan, evi geçindiren rolün içine sıkıştırılmıştır. Kadının bu emeği hiç sayılır, basittir, bir değeri, önemi yoktur. ‘’Bütün gün ne yapıyorsun ki?’’ Erkek ise bütün gün ne sıkıntılar yaşamıştır ve sıkıntının karşılığında, para kazanır, önemlidir, değerlidir. Artı, erkeğin bir ağırlığı vardır. Kadın ise basittir, zekası da beğenilmez, aptal konumuna konulur. O yüzden erkek, evde krallar gibi karşılanmak, ağırlanmak ister. Hatta tanrı gibi kendisine tapılsın ister desem, abartmış olmam sanıyorum. Sakın bana bu algı yıkıldı, yıkılıyor demeyin. Kaç kişinin hayatında yıkılmış bu algı? Azınlık bir kitlede kalıyor maalesef. Toplumda öyle insanlar tanıyorum ki, hatta çok kadın danışanım da oldu, kariyer yapmış, her şeye yetişmiş ama evinde saygı görmüyor. O saygıyı, ancak dışarıdan alabiliyor. Ya da, toplumun içinde kadına değer ve saygı gösteren, sözüm ona okumuş, çalışan kadına saygı duyan nice erkek var, kendi evinde, bunu kendi karısına vermeyen. Bizim ülkemizde çok kullanılan bir söz vardır. ‘’Saygı verilmez, alınır.’’ Biz daha saygının ne olduğunu öğrenememişiz, o yüzdendir bu sözün acı oluşu. Yani, ben sana saygı duymuyorum, o yüzden saygıyı da vermiyorum ama sen kendin çabala ve o saygıyı al, hak et. Ne kadar acı, saygıyı bilmeyen insanların, saygıyı böyle sığınarak değersizleştirmesi. Ben de şöyle bakıyorum bu konuya. Kendisine saygısı olmayan insanın, bir başkasına da saygısı olmaz/olamaz. Diploma çok şeydir ama her şey değildir. Okumak, tek başına yeterli değildir. Mesleki yeterliliği ve pek çok şeyi sağlar evet. Fakat okuduğunu içselleştirmek ayrı bir meziyettir. Ayrıca okumaktan kasıt sadece ders kitabı değildir, diğer kitaplardır. Okumuyoruz, o yüzdendir bu cehaletin süregitmesi. Okuduğundan ne çıkardın diye sorar öğretmenlerimiz veya biz yetişkinler, okuduğun kitabın konusu nedir, diye sorarız. Oysa okuduğun, senden ne/neleri dışarı çıkardı diye sorsak, çok şey değişir sanıyorum. Cem Yılmaz’ın da dediği gibi, eğitim şart. Eğitim her şeydir. Eğitim akademik bir ders değil, yaşamsal bir gerekliliktir. O yüzden, virgülü hayatımızın nerelerinde, ne zaman koyacağımızı iyi ayarlamalıyız. Oku, baban gibi odun olma. Oku baban gibi, odun olma.
Evde, ailede başlıyor her şey. O yüzden her konuda anne, anneleri eğitelim demeyi artık bırakmalıyız. Evet, çocuğu daha çok anne yetiştiriyor, çalışsın veya çalışmasın, bu böyledir. Bence bu fiziksel/psikolojik şiddetin/tacizin vs bitmesi için, babaları da eğitmeliyiz. Baba eğitilirse, oğullarını/kızlarını eğitir. Anne eğitilirse, kızlarını/oğullarını eğitir. Eğitir derken, illa ona bir şey öğretmesi, anlatması gerekmiyor. Anne/baba çocukların rol modelidir, onlar anne/babalarının ilişkisini görerek, zaten kendiliğinden eğitilirler. Kadın, toplumun kendisini koyduğu yerin aksine, çok zekidir. Farklı ve geniş bir zekaya sahiptir. Anaçlığından gelen merhametli, duygusal bir yapıya sahiptir, bu da aptallık olarak görülür. Kadın aptal değildir, insandır. Onun fıtratında vardır bunlar ve bu da bir zekadır. Erkek ise gerçekçi, düz mantık ve stratejik olduğu için, kadının bu yanını bir zeka olarak görmez. Erkek büyürken, erkek olmanın gerekliliklerini öyle öğrendiği için, duyguları ön planda değildir. Mantıklıdır, gerçekçidir, o yüzdendir kadını zayıf ve aptal bir yaratık olarak görmesi. Kadın insandır, erkek insan evladıdır. Yani, demem o ki, sürekli kadını/anneyi eğitelim diyeceğimize, birazda erkeği eğitelim diyelim. Erkeğin, kadına olan bakışını eğitelim. Nerde bir eğitim görsem, kadınlar orada. Kadın, her türlü eğitim, aktivitenin peşinde koşuyor kendini geliştirmek için. Eğitimlerde erkek katılımcı sayısı o kadar az ki. Nerede bu erkekler? Kadın sürekli tamamlanmaya çalışıyor, erkekler tamamlanmış mı acaba da, böyle platformlarda onları pek göremiyoruz? On yıldır danışmanlık yapıyorum, danışanlarımın yüzde doksanı kadın ve çocuk, ötesini siz düşünün. Ben de sorun yok, sorun sende!
Neyse, köşe yazılarını çok uzun tutmak pek sağlıklı olmuyor. O yüzden burada keselim bu konuyu ve haftaya bir danışan örneğiyle devam edelim. Öyle bir yazıyla olacak iş değil, çok geniş ve çok önemli bir konu. Ağacı yaşken eğebilirsek, kadınlarımız bir ömür odun yontma işiyle uğraşmak/meşgul olmak zorunda kalmayacaklardır. Oku, baban gibi odun olma. Oku baban gibi, odun olma. Virgülü hayatımızda, ne zaman, nerede koyacağımızı iyi bilelim. Diyelim ve bitirelim. Haftaya görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.
***Erkek okurlarım, lütfen odun kelimemi kişiselleştirerek kırılmayın, alınmayın. Toplumda böyle bir odun tabiri olduğu için, atasözünden de yola çıkarak, bu tabiri ve başlığı kullandım. Niyetim sizleri aşağılamak, küçük görmek değildir. Bilakis, odun kelimesini, kesilip, yontularak şekil alması açısından (Eğitim - Niyetine) kullandım, bilginize. Kadın okurlarım da bundan pay çıkararak, kendini havaya sokup, erkeği küçük görsün istemem. Erkekte, kadın da değerlidir çünkü insan değerlidir. Hepimiz; çocuk, kadın, erkek, yaşarken, hayat tarafından yontulmaktayız. Saygılarımla.
Erkek ve odun kelimelerini görünce, dedim ne oluyoruz yaw, gene mi odun olduk acaba diye düşündüm.Çok şükür????????... Uzun ve doyurucu bir yazı, kaleminize sağlık teşekkür ederim. Ben çocukların kişisel gelişiminde, aile bireyleri haricinde çevresel etkenlerinde azımsanmayacak derecede önemli rol oynadığı kanatindeyim. Syg,
Teşekkür ediyorum. Elbette pek çok etken var. Zaman içinde hepsine değineceğim.
Tebrik ederim Beyhan Erdal. Çok güzel ifade etmişsin. Başarıların daim olsun canım
Teşekkürler.
Yazınızın başlığı dikkatimi çekti..okumaya başlayınca gülümsedim.. kulaklarım bu başlığa aşinaydı... günümüzde çoğu ailelerde hala bu benzetme itinayla yaşatılıyor Çocuğuna ilham verirken,diğer taraftan babayı çocuğun gözünde küçük düşürmek..Ne büyük yanlış...! Böyle bir konuyu ele aldığınız için sizi kutlarım..
Teşekkür ediyorum.
uzun yazınızı okudum ve çok beğendim, odun örneğine de hiç takılmadım, çünkü;TOMURCUK DERDİNDE OLMAYAN AĞAÇ ODUN OLUR derlermiş. bizim ülkemizde bizim yetişme tarzımız ATAERKİL olmuştur,bununda sonuçlarını zaten siz bir güzel belirtiyorsunuz. herkes YAŞADIĞI TOPLUMUN ÜRÜNÜ olurmuş, bunun nedenleri de burada tartışılamayacak kadar hassas konular, bence bir sakıncası yok ama gazeteyi zor durumda bırakır. yazılarınızın devamlı olması dileğiyle, selamlar saygılar....
Merhaba Hasan Bey. Öncelikle, yorumunuz için teşekkür ediyorum. Alınmamış olmanıza sevindim. Sizler alınmayın diye de, sonuna notumu düşmüştüm. Böyle yaza, yaza, konuşa, konuşa, elimizden geldiğince, hep birlikte aydınlanmaya çalışıyoruz. Gazeteyi zor durumda bırakmam, merak etmeyin. Buna hem karakterim, hem de hayat bakışım müsaade etmez. O yüzden, içerikteki hassasiyeti, daim iyi dengelediğimi düşünüyorum. Saygılarımla.
Keyifle okudugumuz bir yazar kadronuza kattiginiz icin gazetenize tesekkur ederiz.
Teşekkür ediyorum. Saygılarımla.