Her doğru her yerde söylenir mi? Ya da, her doğru her yerde söylenmeli midir? Doğrucu Davut olmak doğru mudur?
Kadın özel günlere çok önem veriyordu. Adam, kadının aksine özel günleri anlamsız buluyordu. Hatta bunun sebebini kapitalist düzen diye açıklıyordu. Tamam, ticari amaç olsa da, kadının arzusu bununla ilgili değildi. O, her şeye heves eden çocuksu bir ruha sahipti. Doğum günü, sevgililer günü, evlilik yıldönümü, yılbaşı, anneler gününde hatırlanmak, bir hediye ile mutlu olmak istiyordu. Onun önemsendiğini bu yollarla bilmeye ihtiyacı vardı. Adama göre ise zaten karısını seviyordu, özel günlerde ona hediye almak bir sevgi göstergesi değildi. Ayrıca para harcamak istemiyordu çünkü çok cimriydi. İşin özü buydu, her şey bahanesiydi amaç para harcamamaktı. Kadın üzülüyor ama eşinin bu konularda kendisine cevap vermesini sağlayamıyordu. Sonunda, kendince bir çözüm buldu. Özel günlerin öncesinde pazar, market alışverişlerinden kısıp para biriktirmeye başladı. Ara, sıra babası, annesi veya kardeşleri ona harçlık verirlerdi. Bu harçlıkları biriktirmeye başladı. Birkaç ay öncesinden biriktiriyor, kendisine hediye alıyordu. Bu bazen bir kolye, bazen bileklik veya küpe oluyordu. Sonra özel gün hangisiyse, o günlerde çevresiyle buluştuğunda, eşinin kendisine almış olduğu hediyeyi gururla sergiliyor ve söylüyordu. Çiçekçiyi arar, çiçek sipariş edip, kendi evine yollardı. Üzerine eşinin adına not yazdırırdı. O, kendini mutlu etmenin yolunu böyle bulmuştu. Kendisi hariç bunu hiç kimse bilmiyordu. O, eşim aldı yalanını her yerde söylüyordu. Ne kadar zekice ve güzel bir yalan, bembeyaz.
Bir başka adam ise hediyeleri saçma buluyordu. Benim kodlarımda yok, ayrıca anne, babamda böyle bir şey görmedim diyordu. İyi de, anne, babanda görmediysen hiç mi etrafında görüp, duymuyorsun. İşime gelmiyor diyemiyordu da, kendince sebepler, bahaneler üretiyordu. Bir akşam, bir iş yemeğine gitmişti. Yemeğin sonunda, biri kadın, diğeri erkeği temsil eden iki güvercinin bir kalbin üzerinde oturduğu, porselen bir biblo hediye edilmişti. O da bu bibloyu eşine hediye etmişti. Kadın çok sevinmişti, eşi tarafından alınan bu küçücük biblo onu çocuklar gibi şen kılmıştı. Adam, kadının sevincini boğazına tıkamak istercesine, ona gerçeği söylemişti. Tabi, adamın niyeti bu değildi ama kadının bütün morali bozulmuştu. Bir başka zaman, aynı adam, bir iş seyahatinden dönüşte, havaalanında bir bileklik bulmuştu. Geldiğinde bilekliği eşine verdi. Kadın havalara uçmuştu, sanmıştı ki kocası gittiği yerden kendisine hediye almıştı. Adam aynı aymazlıkla, karısına işin gerçeğini anlatmıştı. Kadın bu duruma çok üzülmüştü. Neden kendisini düşünerek, onun ruhunu okşayacak küçük dokunuşlar yapmıyordu ki? Öyle pahalı şeyler değildi istekleri, küçük ama sevimli hediyeler onu mutlu etmeye yeterdi. Eşinin, kendisi için almamış olsa dahi, yalan söylemiş olmasını dilerdi. Pembe bir yalan iyi olurdu.
Kadın, yedi yaşındaki kızıyla alışveriş merkezine gitmişti. Günü eğlenceli olarak geçirmişler ve çıkışa doğru yönelmişlerdi. Özel okulların tanıtım stantlarını gördüler. Balonlar, kitap ayıraçları, kalem, boya gibi hediyeler vardı. Her birinin üzerinde tanıtımı yapılan okulun ismi yazıyordu. Kızı balon almak istedi ve birlikte balon hediye eden okulun standına doğru yöneldiler. Tabi, balonu karşılıksız hediye etmeyeceklerdi. Bir formdaki soruları sundular kadına. Adı, soyadı, adres ve telefon bilgilerini istediler. Kadın adresi sadece semt olarak verdi, ayrıntılı vermek zorunda olmadığı kanısına vardı. Altı, üstü çocuğuna bir tane balon almışlardı. Telefon numarasının da son iki rakamını, yalan söyledi. Kızı hemen, anne senin numaran öyle değil, şöyle diye yineleyip durdu. Kadın, hayır kızım sen karıştırıyorsun, o ablanın numarası diyerek durumu geçiştirdi. Beyaz bir yalan.
Bir karı, koca kavgasına şahit olan kadın, kavga sebebinden haberdardı. Arada adam, arada kadın, onay beklercesine ona soru soruyorlardı. Kadının eli, ayağı birbirine dolanmış, titriyordu. Bir aile kavgasının ortasında kalmayı hiç istemezdi ama oluvermişti işte. Önce geveledi, ben bir şey bilmiyorum falan dedi. Sonra baktı olmuyor, iş büyüyor. Kavganın sonu iyiye doğru gitmiyor, aklını başına topladı. Hem onlar barışır, kendisi arada kalırdı, bunu biliyordu. Sorun onların sorunuydu ama kendisine sıçrardı ve bunu hiç istemezdi. Çünkü her ikisini de seviyordu. Ayrıca, birinci dereceden aile yakınıydı. Kendine gelince, hemen yalan söyledi. Durumu kurtarmak istedi. Öyle değil, böyle olmuştu aslında… Diye anlattı konuyu. Kötü bir şey yoktu aslında ama bu çift, birbirlerini yanlış anlıyor ve olay büyüyordu. Kadın yalan söyledi ve çift sakinleşti. Bir aile huzursuzluğunu engellemek, barışı sağlamak adına, olanı farklı bir şekilde hikayeleştirdi. Neyse ki, durulmuş, sakinlemişlerdi. İçini huzur kaplamıştı. Ne de olsa, bu yalanı iyiye hizmet etmek için yapmıştı. Hiç kimse bir aile huzursuzluğundan hoşnut olamazdı. Durumu iyi kurtarmıştı. Pembe ve beyaz yalan.
Her doğru, her yerde söylenir mi? Yalan söylemek güzel bir şey değil. Özellikle de birinci derece yakınlarımıza. Fakat yalan, nerede, ne için söyleniyor, neye amaç olarak kullanılıyor bu çok önemli. Her çocuk, yalan kötü bir şey diye öğretilerle büyür. Fakat büyüdüğünde, kendine bunu öğretenlerin yalan söylediğini de görür. İşte bu çelişkiyi anlayamaz çocuklar. Onlara belki de, yalanın neye, nelere hizmet ettiğini anlatmalıyız. Her insan yalan söyler, önemli olan yalanın rengidir. Aynı aile durumunu kötüleştiren siyah bir yalanı düşünsenize, her şey bambaşka olurdu değil mi? Demek ki, her doğru, her yerde söylenmiyor. Bazen yalan söylemek gereken durumlar olabilir. Hatta bundan azapta duyulabilir. Bu yalan, yalan söylemek istendiği için değil, iyiye ve güzele hizmet etmek için yapılabilir. İşte, iyi ve güzel için söylenen yalan, kişide azap yaşatmaz, aksine kişiyi mutlu kılar. Yalan, rengi siyah olduğunda kötüdür, çirkindir. Rengi beyaz veya pembe ise yalan, yalan olmaktan çıkar. Çünkü onun hizmet ettiği amaç farklıdır.