Danışanlarımdan biri; zor bir çocukluk geçirmişti. Erken yaşta, ailesinin ekonomik sorumluluğunu, üstlenmek zorunda kalmıştı. Üstelik bu sebepten okula da gönderilmemişti. İlkokul biter bitmez, çalışmaya başlamıştı. Orta yaşlarında, hayat geçmişin telafisini yaparcasına, onu ödüllendirmişti. Hep çalışmıştı ve artık çok para kazanıyordu. Banka hesapları, dolup, taşıyordu. Her insanın bir hikayesi vardır. İçine doğduğun aile, toplum ve coğrafya da kaderindir. Ailesinden dolayı hep küçük görülmüş, yargılanmıştı. Yaşıtları çocukluğunu yaşarken, o çalışmak zorunda kalmıştı. Üstelik okuyamamıştı. Akraba çevresi, insanların statülerini, ekonomik gelirine, diploma ve mesleki etiketine göre belirliyordu. O yüzden, her ortamda küçümsendiğini hissetmişti. Kibirli yukarıdan bakışlar, kibirli söylemler, kendisinde aşağılık kompleksi ile birlikte, hırs duygusunu büyütmüştü. Ve daha neler neler… Bana ilk geldiği günü hatırlıyorum. ‘’İstediğim yere vardım ama bir şey eksik, içimdeki hüznü bir türlü yenemiyorum.’’ demişti.
Duygular, hayatımıza yön ve şekil veren araçlarımızdır. Ne kadar zengin olursan ol, ne kadar kendini birilerine ispat edersen et, içindeki yaralı çocuk iyileşmedikçe tamamlanamazsın. Aslında, kişinin ispatı, kendi kendinedir ya neyse, o sanır ki kendini diğerlerine ispat ediyor. Hiç kimsenin böyle bir arzusu ve amacı yoktur. An da görür, bilir, sonra seni hiç düşünmezler bile, unuturlar. Herkesin kendince bir yaşam süreci, meşguliyetleri, öncelikleri vardır. Oturup her gün seni mi düşünecekler? Bu arzu ve amaç kendisine aittir, diğerleri sadece bir ayna, bir vesiledir. Sana, sen de olanı açığa çıkarman için dışsal etkenlerdir, o kadar. Fakat o ekilen duygular, dürtüye dönüşür ve kişiyi harekete geçirirler.
Bir insan, kendisi olamayacağına inandığı zaman, artık kendisiyle bir ve bütün değildir. Öz benliğiyle bağlantısı kopmuştur. Her ne kadar, acılarını bastırmaya, yok saymaya, yansıtmaya, yanılsamaya veya küçültmeye çalışsa da, o acı oradadır. Pusuda bekler, durur. Bastırmak inkardır; gerçekten böyle bir şey olmuyor, sonra o anı unutulur. Yok saymak da bastırmaktır; böyle bir şey hiç olmadı, o anı da unutulur. Yansıtmak diğer kişi/kişiler odaklıdır; bir şey oluyor ama bana değil, bu anı karşı odaklı hatırlanır. Yanılsama çarpıtmadır; yaşanan durum, gerçeği çarpıtılmış ve gerçekte olandan farklı olarak hatırlanır. Küçültmek hafifletme çabasıdır; bir şey oluyor ama o kadar da önemli bir şey değil. Bütün bu zihinsel aktiviteler, zihnimizin, yaşanan durumlarla başa çıkmak için yol arayışıdır. Bunlar, acıyı başka yöne çekmek için, zihnin uyarladığı stratejileridir.
Duygular enerjidir, yaşanan deneyimlerde, hemen o anda, fiziksel gerçekliğimize dahil olurlar, bedenimizle ifade bulurlar. O yüzden; duygular enerjidir ama aynı zamanda maddedir, çünkü dönüşürler. Bu da demektir ki, yaralı iç çocuk, çocukluk travmalarının getirdiği, pek çok çözülmemiş enerjiyle doludur. Bunun da derinlerinde, acı ve hüzün yatmaktadır.
İnsanın varoluşu boyunca, her yaş aralığında yaşaması gereken süreçler ve alması gereken doyumlar vardır. Bu doyumlar, herhangi bir dönemde yaşanamamışsa, kişide eksiklik ve tamamlanmamış hissi yaratır. Bu da, yaşamak için bağımlı olunan ve hayatı anlamanın şekillendiği, çocukluk dönemlerine denk gelir. Her bir dönemi, yedi yıl olarak baz alıyorum. İlk yedi yıl, sonraki yedi, sonraki yedi yıl diye gider… Çocukluk ve ergenlik dönemi (İlk yedi ve ikinci yedi yıl), karakterimizin, kişiliğimizin, kimliğimizin, düşünce yapımızın, aidiyet duygumuzun ve kader yolumuzun belirlendiği dönemlerdir. Bu yüzden de, insan yaşamındaki önemi çok büyüktür.
Büyürken ki ortamda, duyguları bastırarak hissetmeme öğrenilmiş olabilir. Kendini ifade etme yanlış veya ayıp görülüp, bastırılarak konuşmama olabilir. Bu da, duyguların yaşanmasını zayıflık olarak görmektir. Bazı ortamlarda ise neşe yasak, suçluluk duygusu serbesttir. Böylece duygular bastırılır. Yaralı iç çocuk, her kişinin, kendi hafızasındaki, kendi tecrübelerinde gizlidir. Kariyer, para ve yaşamında her istediğine ulaşsa, her şey değişse bile, bir şey değişmez. Yaralı iç çocuğun taşıdığı, eksiklik ve yetersizlik duygusu değişmez. Ta ki, erken dönem travmalarını iyileştirene kadar. O yüzden, duygular ne kadar erken anlaşılırsa, zararı o denli küçük olur. Duygular ne kadar erken yaşlarda engellenirse, zararı bir o kadar büyük ve yıkıcı olur.
Yaralı iç çocuğu iyileştirmenin yolu; bastırılan, yok sayılan, engellenen vs orijinal acıyı yaşamasıdır. Erken dönem duygusal acının engellendiği, yok sayıldığı veya uyuşturulduğu anlardaki duygulardadır ilacı. Çoğu insan, bunun bilincinde değildir. Çünkü bilmediğimizi bilemeyiz. O yüzden, hisler kişilere sorun olur. İçine kapanır, diğer insanlardan uzaklaşır veya öfkesini yaşamındaki diğer kişilere yansıtır. Bilmediğini bilmez, o anki durumdan kaynaklı sanmaktadır. Bunlar, anlık rahatlamadan ibarettir. Oysa hakikat, zihninin derinliklerinde gizlidir. Hissedilememiş veya hissetmiş ama ifade bulamamış olan duyguların, ifade edilerek açığa çıkmaları gerekmektedir. Kişinin şifası, geçmişte saklı olan tecrübelerinde ve boşaltamadığı duygularındadır. Yani, iyileşme acıda gizlidir. Keder ve acı ayıp değildir, insana özgü olan duygulardır. Yaşanmamış, bastırılmış, yok sayılmış olan bu duygular bir yerlerde saklanmış olarak durmaktadırlar. Zehirli bir sarmaşık, zehirli bir utanç gibi insanı zehirlemektedir. Duyguları, saklandığı yerden çıkararak iyileştirmek gerekir. Bunun için de, birine güvenmek gerekir. Yaralı iç çocuğu saklandığı yerden çıkarmak için, istemek ve hazır olmak gereklidir. Onu utandırmayacak, yargılamayacak, anlayış gösterecek, destek olacak bir yoldaşa ihtiyacı vardır. Kişinin orijinal acısını yaşayamadığı tecrübesi; terk edilme, ihmal, duygusal veya fiziksel taciz/tecavüz, fiziksel veya ruhsal şiddet, dışlanma, yargılanma, kıtlık, sevdiği birini kaybetme, olduğu gibi sevilmeme vs, her şey olabilir. Ancak, o iz bırakan tecrübelerdeki duyguları meşrulaştırmak, yaralı iç çocuğu iyileştirir.
Tek başına anlatmak, anlık rahatlamadan öteye gidemez, gitmez. O anları, o anın içinde yeniden yaşarken, duyguyu boşaltmak, aşikar etmek ve duygu boşalımıyla birlikte, duruma baktığı tek pencerenin yanında, farklı diğer bakış açılarıyla da desteklemek gerekmektedir. Nasıl ki, fiziksel kalp için kardiyoloji doktorları var. Kalp kırıklıkları/spritüel yaralar için de, ruh doktorları/şifacılar var. Eğer sadece anlatmak çözüm olsaydı, hiç bir insanın ruhsal sorunları olmazdı. Elbette paylaşmak güzeldir fakat derinlerde bir çözüm üretmez. Çünkü spritüel yaraların, iyileşmek için anlaşılmak ve öğrendiği değil, kendi düşünme biçimine ihtiyacı vardır. Gerçi, bir de hiç anlatamayanlar vardır. Bu derin konulara girdim mi, birbirine zincirleme, oradan oraya geçiyor. Anlatamamak, kişi için ayrıca yalnızlık/sıkışmışlıktır. Bunu şimdi incelersem yazı uzar, bir başka başlık altında, daha sonra anlatamayanları değerlendirebilirim. Hiç bir insanı anlatırken, sadece dinlediniz mi? Fikrinizi beyan etmeden, yorum yapmadan, ona akıl vermeden, sadece dinlediniz mi? Ya da, siz bir sorununuzu anlatırken, hiçbir yorum, düşünce, tecrübesini katmadan, sizi sadece dinleyen bir insan oldu mu? Bu soruların cevabını içinizden verdiğinizde, ne demek istediğimi belli bir ölçüde anlayacaksınız.