1975 Kastamonu İmam Hatip Lisesine gittiğim ilk senelerdi. On iki veya on üç yaşlarında idim. Bir bayram günü idi ve o gün günlerden Cuma idi. Köylerde hoparlör olmadığından ezanlar da her yerden duyulmazdı. Çocukluk ya, o gün ezanı duymamışız ve Cuma namazını da kaçırmışız. Rahmetli babamla ilk karşılaştığımızda bana verdiği dersi burada uzun uzun anlatmayacağım. Evet değerli kardeşlerim, bizlere ne oldu da bu kadar değişir hale geldik. Çocuk babayı tanımaz, baba çocuğu tanımaz. Baba çocuğuna bir söz söylediği zaman “baba sen bana karışamazsın” diyen bir nesil ile karşı karşıyayız. Eskiden bizler bir büyüğümüzün yanında oturamazdık, öyle ki saygıdan ayakta dururduk, yaşlıların önünden bile yürüyemezdik. Bir baba bırak çocuğuna “Oğlum bugün Cuma namazını kıldın mı?” demeyi, gezmesine tozmasına bile karışamıyor, gece geç saatlere kadar nerelerde gezdiğine bile haberdar değil.
Bir devlet görevlisinin görevini tam yapan değil de görevini başkalarının işine geldiği gibi yapan görevliler, insanların yanında daha değerli ve iyi insan haline gelmiş, yani görevlilerimiz görevini yapamaz hale gelmiş.
Müslümanlıkta bir cami adabı vardı; adam elleri cebinde camiye giriyor, girdiğimiz yer Allah’ın evi, girsene bir kaymakamın, hakimin, savcının makamına eller cepte, seni göreyim. Neyse oturuyor caminin başköşesine, bizim imam bir şeyler anlatayın diye kendini paralarken adamın telefonu çalıyor ve başlıyor konuşmaya, camide iş görüşmesini hallediyor.
Yani camilerimiz ibadethanelikten çıkmış, maalesef ticarethaneler haline gelmiş değerli kardeşim.
Biz cami imamları günde beş vakit ezan okumamız gerekirken, üç veya dört vakit ezan ile yetinerek vede bunu normal karşılıyorsak bizde değişmişiz demektir.
Bir baba, yarı çıplak gezen bir hanımına değil de, çocuğuna dahi karışamaz hale gelmiş vede bunları yapmak, yani yarı çıplak gezmek milletimiz tarafından normal bir şey gibi görünür hale gelmiştir.
Adamın kızına düğür geldiği zaman hısım olacağı kişiye ilk sorduğu soru, damat adayının nesi var, katı var mı? yatı var mı? sorusu. Namazdan niyazdan, oruçtan hac’dan maalesef hiç soru çıkmıyor.
Cenazelere gidiyoruz, hiç mi hiç ibret almıyoruz. Cenazeye değil de sanki düğüne gidiyoruz. Güzel bir söz vardır: “Ey cemaat ben sizin gibi olamam ama siz benim gibi olursunuz, bu dünyadaki yaptıklarınızı ahirette bulursunuz”
Belki yarın o musallada yatan kişinin kendimiz olacağını düşünemiyoruz. İmam Kur’an-ı Kerim okuyor, adam üstüne üstlük bir de yakmış sigarasını başkalarıyla muhabbet ediyor, insanlara saygın yoksa Kur’an’a saygın olsun.
Başımızdan bir sel felaketi geldi geçti, bu felaketten bakıyorum hiç mi hiç bir ders ve ibret alamaz hale gelmişiz. Acaba bu felaket bizlere ne demek istiyor, bunu hiç düşünemiyoruz ve yahut da düşünmek istemiyoruz.
İnsanlar bir yardım yaparken yaptığı yardımları bir menfaat karşılığı, hatta şova dönüştürerek boy boy resimler atarak, canlı yayınlar yaparak yapar hale geldi. Diğer yandan yardıma ihtiyacı olanlar yardımı alamaz yani utanır hale gelirken, ihtiyacı olmayanlarımız bizler ise “teşekkür ederim kardeşim benim buna ihtiyacım yok siz bunu yardıma ihtiyacı olan birine veriniz” demeye dilimiz dönmeyerek yardımları ihtiyacı var gibi alır hale geldik.
Aklımızı başımıza alalım. Bu afetten bir ders çıkaralım ve kendimize gelelim, bu ilk de değildir son da değildir. Unutmayalım ki Allah’ın rahmeti bitmiş değildir, gerisi daha boldur. Saygılarımla.
YORUMLAR